30 Mart 2011

Türkiye 2-0 Avusturya

Hiddink takımın başına geçtiği günden bu yana, Türkiye eli yüzü düzgün bir top oynayamadı bence bugüne kadar hiçbir maçta. Avusturya maçı da bu maçlardan birisiydi. Gerçi gelinen şu son noktada iyi futboldan çok, milli takımın ihtiyacı olan tek şey, üç puanı alsında, nasıl alırsa alsın mantığı üzerine kurulu bir düşünce var herkesin üzerinde. Bir maç eksiğimizin bulunmasına rağmen, şu an Belçika'nın bizim iki puan önümüzde bulunmasından dolayı, Türkiye bu süreçte tüm maçlarını kazanmak zorunda. Gerçi bir maçı eksik olması avantaj gibi görülebilir ama bence o maç oynanmadan bir şey söylemek zor. Nedeni ise ortada. Türkiye'nin rahat rahat kazanabileceği bir maçta, Azerbaycan'a yenilmiş olmasından dolayı biraz temkinli yaklaşıyor insan hâliyle böyle maçlara. Velhasıl, bizim kaybettiğimiz Azerbaycan'ı dün Belçika 4 gol ile uğurladı.

Dün akşam'a gelecek olursak, sahaya çıkan 11, gereğinden fazla defansifti. Almanya ve Azerbaycan maçlarından dolayı olsa gerek Hiddink kalabalık bir orta saha çıkartmıştı sahaya. Dün akşam bekler fazla hücuma katkı sağlamadı ama Hamit ve Arda'nın verdikleri katkıyı göz önüne alırsak, Hiddink kanatlara dayalı bir sistem kurmuştu dün akşam için.

Maça da iyi başladık aslına bakılırsa. Burak'ın çizgiden çıkartılan topunun dışında gelen golü saymazsak, pek fazla pozisyon üretemedi Türkiye. Gol gelene kadar baya sıkıntı yaşadık. Zira Avusturya maçın büyük bölümünde savunmaya gömüldü ve kontra ataklarla etkili olmaya çalıştılar. Rakip, savunmaya ağırlık verince kilidi açmakta zor oldu doğal olarak.

İkinci yarıya da Türkiye biraz iyi başlar gibi bir görüntü verse de, ikinci gol gelene kadar pek fazla rahat maç izletmediler bizlere. Gökhan Gönül'ün golüne de değinecek olursak, gerçekten çok şahane bir gol attı. Biraz abartacağım belki ama tipik bir Dani Alves golüydü. Golün ardından Avusturya'ya çalınan penaltı ise tartışılır türdendi. Fakat Volkan Fenerbahçe'de olduğu gibi, milli takım'da da penaltı kurtarmaya devam etti ve gole izin vermedi. Genel olarak takımın görüntüsü bu maçta pek tatmin etmedi izleyenleri ama alınan sonuç çok önemliydi.

27 Mart 2011

26 Mart 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru

Kadınlar futbolu'na olan merakımın yanında son birkaç gündür buraya yazabileceğim malzemenin çıkması çok iyi oldu açıkçası. Şimdi de bu yaz Almanya'da düzenlenecek olan Dünya Kupası ile ilgili bir şeyler karalamak istedim buraya. Değinmek istediğim asıl konuya gelmeden önce neden Kadınlar futbolu'na bu kadar fazla ilgi duyduğumu belirteyim. Türkiye'deki Kadınlar futbolu potansiyeli pek iç açı olmadığından ancak Avrupa'daki maçları takip edebiliyorum ve oradaki maçlarda tıpkı erkeklerde olduğu gibi mücadele dozu yüksek maçlar oynanıyor. Kadınlar futbolunda ilgimi çeken bir diğer önemli nokta ise, erkekler de olduğu gibi sertlik pek fazla ön plana çıkmıyor ve hâl böyle olunca, seyir zevki daha fazla artıyor.

Neyse, bu kadar bilgiden sonra asıl konumuza geçelim. Bilmeyenler için tekrarlayalım, bu yaz Almanya'da 26 Haziran-17 Temmuz arasında bir Dünya Kupası organize edilecek. Dokuz şehirin ev sahipliği yapacağı turnuvada, ev sahibi konumunda olan son şampiyon Almanya, her zaman olduğu gibi mutlak favoriler arasında yer alıyor. Almanya'nın yanı sıra Brezilya, İngiltere ve İsveç'in de favoriler arasında yer alan diğer ülkeler olduğunu belirtelim. Turnuvanın genel özelliklerine göz atacak olursak da, Erkekler Dünya Kupasında olduğunun aksine Kadınlar'da da 16 takımın katılacağı ve dört gruplu bir organizasyon olacak.
Merak edilen en önemli konu, bu Dünya Kupası'nın izleyiciler tarafından ne kadar ilgi göreceğiydi elbette. Şu ana kadar satışa sunulan 1 Milyon biletten yaklaşık 500 bin tanesinin satıldığı yönünde haberler geziyor internet sitelerinde. Bu oldukça çılgın bir rakam bence. Hele bir de organizasyonun Kadınlar futbolu olduğunu göz önüne alırsak, hakikatten küçümsenmeyecek cinsten bir rakam bu.

Şu an Dünya Kupası için söyleyeceklerim bu kadar. Önümüzde daha üç ay gibi bir süre var ve bu zaman zarfı içinde buraya daha çok yazı yazarız.

24 Mart 2011

Cezalar Üzerine

Galatasaray : 1 Maç Seyircisiz Oynama
Milan Baros : 3 Maç
Fenerbahçe : 15 Bin TL Para Cezası

Derbi'nin alınan skordan veya oynanan oyundan ziyade, en çok merak edilen konu, maçın son dakikalarında sahaya atılan malum rakı şişesinin Galatasaray'a nasıl bir ceza olarak geri döneceğiydi. Normalde cezalar açıklandıktan sonra böyle bir yazı yazmak yoktu aklımda ama verilen cezanın garipliği mi diyeyim, yoksa komiklik mi desem bilemiyorum doğrusu. Şimdi kıyaslama yapmış olmayayım ama bundan iki sezon önce Kadıköy'de oynanan maçta çıkan olaylardan dolayı Fenerbahçe'ye iki maç seyircisiz oynama cezası verilmişti. Hemen hemen aynı şeyi Galatasaray yapınca bunun cezası bir maç oluyor ilginç bir şekilde. Hayır, bir de işin şu boyutu var. Hadi şişeyi attın, tamam ama o taraftarın attığı şişe, Volkan'ın başına isabet etseydi, Galatasaray ve Federasyon bunun için geçerli bir açıklama yapabilecekler miydi? Kesinlikle hayır. Zaten bu ülkede doğru düzgün adaleti sağlamak için, öncelikle mutlaka birilerinin canının yanması gerekiyor.

Seyircisiz oynama cezasının bir diğer acayip yönü ise, hadi bir maç verildi belki tamam ama bu cezasının Galatasaray'ın kendi evinde Trabzonspor ile oynayacağı maça denk gelmesi, benim kafamı kurcalıyor biraz. Sadri Şener çıkıp Fenerbahçe adına -haddini aşsa da- açıklamalar da bulunabiliyor. Acaba bu cezalardan sonra kendisi yine aynı şekilde açıklamalarda bulunabilecek mi bilemiyorum. 

Şimdi bundan önceki iki paragrafı okuyanların kafasında muhakkak "Sen hep işe Fenerbahçe yönünden bakıyorsun" diyenler olacaktır elbet ama her şey ortada. Bunu görememek için insanın büyük bir çaba harcası gerekiyor bence. Baros'un cezasına diyecek pek sözüm yok ama Fenerbahçe Kulübüne verilen 15.000 TL'lik ceza da ayrı bir tartışma konusu. Maça giden taraftarlar "Stad'a zarar vermedik" deseler de, o ceza muhtemelen maç öncesinde taraftarlar stad'a girerken turnikeler yıkılmış ve baya bir  kargaşa yaşanmış. O ceza o yüzden verilmiş olabilir ama genel olarak Federasyon'a söyleyecek daha fazla sözüm yok.

Kadınlar Futbolu & Türkiye

Blog'a uzun zamandır Kadınlar futbolu üzerine bir yazı yazmayı düşünüyordum ve bu yazıyı yazmak bugüne kısmet oldu en sonunda. Avrupa'da Kadınlar futbolunun ayrı bir yeri vardır. Yani en azından Kadınlar futbolu, bizim ülkemizde gördüğü ilgi ve destekten daha fazlası mevcut orada. İlk olarak Kadınlar Futbolu'nın bizim ülkemizdeki boyutuna göz atalım ilk önce. Türkiye Kadınlar Futbol Liginde toplam 12 takım yer alıyor. Üç büyük İstanbullu olarak tabir ettiğimiz Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın, Kadınlar Futbolunda şubeleri yok. Yalnızca Trabzonspor'un ve bunun dışında Bucaspor'un takımı var ve onlar da birinci lig'de mücadele ediyorlar. Yeri gelmişken belirtelim, Türkiye'deki Kadınlar Ligi profesyonel bir lig değil. Aslında Avrupa'da yahut Dünya'nın herhangi bir yerinde profesyonel liglerin sayısı oldukça az. Dünya genelinde yalnızca Amerika'da ve İsveç'te profesyonel lig mevcut. İngiltere ve Almanya'da ise yarı-profesyonel lig olduğunu söyleyelim.

Türkiye Liginde 12 takım mücadele ediyor dedik ve şu an Ataşehir Belediyespor'un liderliği söz konusu. Geçen sezon ise Gazi Üniversitesi i ligi birinci tamamlamıştı ve Türkiye'yi Şampiyonlar Ligi'nde temsil etmeye hak kazanmıştı. Hoş, Şampiyonlar Liginde pek fazla tutunamadılar ve kısa bir süre sonra oradan elendiler.
Bana sorarsanız, tamam Türkiye'deki lig profesyonel değil belki ama, Kadın Voleybol'a veya Basketbol'a yapılan yatırımların belki de yarısı Futbol'a yapılmıış olsa, işin rengi daha da farklı olurdu kesinlikle. Burada Türkiye Futbol Federasyonu'nun tutumu da çok önemli aslında. En basitinden, Kadınlar Futbolu ile ilgili bir araştırma yapmaya kalkıştığınız zaman, doğru düzgün bir bilgiye ulaşmanız pek mümkün olmuyor.

Avrupa'da özellikle İngiltere, İsveç veya Almanya gibi ülkelerin Kadınlar Futbolu'na verdiği değeri anlamak için en basitinden Şampiyonlar Liginde yarı final'e yükselen takımlara baktığınız zaman, Duisburg, Turbine Potsdam, Lyon ve Arsenal takımları yer alıyor. Zaten bu ülkelerde Kadınlar Futbolu'nda en çok sözü geçen ülkeler olduğunu söylemiştik.

Lafı bir şekilde yine Türkiye'ye getirmek gerekirse, puan tablosunda Bucaspor benim dikkatimi çekti. Şu an Kadınlar Futbol Liginde 9. sırada yer alıyorlar belki ama geçen sezon çok parlak bir tablo çizmişlerdi. Futbol'da olduğu gibi, Kadınlar Futbolunda da altyapı'ya oldukça önem verdiklerini söylemek mümkün. Takımların sarf ettiği bu emeğin ve çabaya karşılık biraz da Federasyon tarafından sağlanmış olsa, bizim ülkemizde de Kadınlar Futbolu çok farklı boyutlara gelecektir mutlaka ama biz o günleri görecek miyiz, hiç emin değilim açıkçası.

23 Mart 2011

Yok Artık Fenerbahçe Yönetimi

Türkiye’de taraftar olmak başlı başına büyük bir zorluk iken bir de buna gönül verdiğiniz kulübün yönetim kurulunun aleyhte yaptığı uygulamalar dahil olunca iş iyice çığrından çıkıyor. Fenerbahçe yönetiminin bilet konusunda uyguladığı faiş fiyat politikası senelerdir sarı lacivert renklere gönül veren biz ve bizler gibi milyonları bıktırdı.

Bu konuda gerek bloglarda gerekse taraftar siteleri ve forumlarda dertler dile getirilmiş ve Sayın Yönetim Kurulumuz sezon başında kombine bilet fiyatlarına zam yapmayarak, kale arkası bilet fiyatlarını da 33 TL’ye çekerek Büyük Fenerbahçe’nin Büyük taraftarını mutlu etmişti.

Geçtiğimiz sezonun son maçında kendi evimizde Trabzonspor ile berabere kalarak şampiyonluğu kaybetmemize ve Avrupa kupalarına erken veda etmemize rağmen Fenerbahçe taraftarı olarak bizler, görevimizi fazlası ile yerine getirerek gerek futbol takımımıza gerekse de Erkek-Kadın Basketbol ve Voleybol takımlarımız başta olmak üzere Fenerbahçe armasının mücadele ettiği her branşta elimizden geldiği kadar kulübümüze maddi ve manevi destek vererek görevimizi yerine getirdik.


Ligin ilk yarısını 9 puan farkla ikinci sırada tamamlamamıza rağmen Fenerbahçe camiası olarak arzu edilen birlik ve beraberliği göstererek takımımıza her zamankinden daha çok güvendik ve daha çok destek verdik. Hem yönetim kurulumuzun, hem teknik ekibimizin, hem futbolcularımızın gösterdiği büyük özveri hem de taraftarların oluşturduğu ambiyans ile 9 puanlık farkı eriterek liderliği de ele geçirdik.


Her şey bu kadar güzel giderken Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu’nun Bursaspor ile Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynayacağımız karşılaşmada kale arkası bilet fiyatlarını tekrar 44 TL’ye yükseltmesine her sene olduğu gibi bu senede anlam veremiyoruz. Takım içindeki prim sistemi nasıl belliyse bilet fiyatları da sezon başında belirleniyor. (Geçen sene FBTV’de Sayın Ali Koç ve Sayın Şekip Mosturoğlu bu konuyu böyle ifade etmişti.) Bilet fiyatları sadece derbi maç olarak kabul edilen Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor maçlarında artıyor, bu da zaten Fenerbahçe taraftarı tarafından da kabul görüyordu.

Umuyoruz ki Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu, Bursaspor maçını da derbi statüsüne aldık gibisinden mesnetsiz bir açıklama yapmaz. Kaldı ki tekrar edilemeyen bir başarıyı tesadüf olarak kabul eden zihniyet, Bursaspor’un sadece bir kez şampiyon olduğunu hatırlayacaktır.


Ligde liderliğe yükselip iyi bir form grafiği yakalar yakalamaz kale arkası bilet fiyatlarına getirilen zam ise maalesef yönetim kurulumuzun fırsatçılığını akıllara getiriyor. Kötü günde bu takıma destek veren taraftarın iyi günlerde ödülü bu mu olacaktı ? Madem bir zam oranı uygun gördünüz bu zam neden sadece kale arkası tribünlerine yapıldı ? Kötü gidişe son verilmesinin ardından uygulamaya konulan bu uygulama adaletsiz ve fırsatçı bir görünüm yarattığı gibi sadece kale arkası tribünleri hedef alınarak yapıldığı için ayrıca ‘’ayrımcı’’ bir uygulamayı da beraberinde getirmiştir.


Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın baskılı ve etkili olmasındaki en büyük etken hiç kuşkusuz bu mabedi dolduran Fenerbahçe taraftarıdır. 90 dakika boyunca susmayan, sahaya görsellik katan ve tribün organizasyonlarının büyük bir kısmını başlatan tribünler de kale arkası tribünleridir. Bu tribünleri dolduranların çoğunluğunun öğrenci veya maddi bakımından orta ve alt gelirli taraftarlarımız olduğu da yıllardır bilinen bir gerçektir. Bugün bir öğrenci Fenerbahçe maçına gelmek istediği takdirde cebinden 70 – 80 TL civarında bir tutar vermek zorunda. Babasından veya annesinden aldığı harçlığı Fenerbahçe’ye harcayacak olan öğrencinin hafta içi okulda ne yiyeceği, arkadaşları ile neler yapabileceğini varın siz düşünün. Aynı şekilde asgari ücretle çalışan bir baba, eşini ve çocuğunu Fenerbahçe maçına götürmek istese sadece bilet fiyatı olarak cebinden 132 TL çıkartmak zorunda. Yani net maaşının neredeyse 1/4 ünü sadece bilet fiyatı olarak vermek zorunda. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar da göz önüne alındığında Yönetim Kurulumuzun sadece kale arkası bilet fiyatlarını yeniden 44 TL’ye yükseltmesini şiddetle kınadığımızın bilinmesini isteriz.

Eğer Galatasaray maçında rakibimizin yeni stadındaki hasarın giderilmesi için bir fatura çıkardıysanız biz bu faturayı son maçta kaçan 2 şampiyonluk ile fazlasıyla ödedik zaten … Bu travmaların ardından ayağa kalkabildiysek bunda hiç olmazsa %1 bile olsa bir payımız var ve bunun ödülü ayrımcı bir uygulama ile bilet fiyatlarına yapılan zam olmamalıydı.

22 Mart 2011

1 Yıl Ne De Çabuk Geçti

Ölüm haberini aldığımız günü dün gibi hatırlıyorum. Özhan Canaydın artık aramızdan ayrılmıştı artık ve çok üzülmüştük o gün. Galatasaray'ın başkanlığını yapmış bir isim olmasına rağmen o gün Beşiktaşlısı, Fenerbahçelisi, Trabzonlusu, kısacası herkes için acı dolu bir gündü 22 Mart. Özhan Canaydın gibi centilmen, saygılı, beyefendi  birisi hem bu dünyaya hem de Türk futboluna çok az gelmiştir. Her ne olursa olsun çok erken ayrıldı buralardan. Esasında söylenecek pek fazla söz yok bbu saatten sonra. Allah rahmet eylesin ve mekanı cennet olsun demekten başka...

20 Mart 2011

Yeni Banner

Blogu açtığım günden bu yana en çok canımı sıkan mesele, banner meselesiydi. Ancak bugün itibariyle o sıkıntıyı da aşmış bulunuyoruz görüldüğü üzere. http://rovesciata.blogspot.com'un yazarı Bekir Öktem sağ olsun bize güzel bi' banner tasarladı ve gayet hoş oldu bence. Tekrardan sağ olsun, var olsun.

Doğu Rüzgârları


Bildiğiniz üzere Cuma günü Uefa Avrupa Ligi ve Şampiyonlar Liginde kuralar çekildi. Bu iki önemli turnuvada benim dikkatimi çeken konu, doğu bloku ülkelerinin bu kuralarda takımlarının yer alıyor olmasıydı elbette. Normalden farklı olarak, bu duruma pek alışık olmadığımız için böyle bir yazı yazma gereksinimi duyduğumu da belirteyim yeri gelmişken.

Shaktar'dan önce değinmek istediğim takım, tahmin edebileceğiniz gibi Dinamo Kiev. Manchester City ile oynadıkları maçtan önce Beşiktaş ile eşleşmiş olmalarından ötürü ülkemizde en çok konuşulan takımlardan biri oldular aniden son zamanlarda. İnsanların gözündeki genel kanı, Beşiktaş'ın Dinamo Kiev'i eleyip, Manchester City ile eşleşen takım olacağı yönündeydi ama oynanan iki maçta da Dinamo Kiev, Beşiktaş'a pek şans tanımadı diyelim ve turu geçen taraf oldular ve Manchester City ileeşleştiler. Beşitaş'ı elemeleri tamam belki beklenen bir şeydi ama Manchester City karşısında aldıkları sonuçları küçümsememek gerekir her ne olursa olsun. Kiev'in bana sorarsanız buralara kadar gelmesin de, kendi sahasında oynadığı maçlarda ve orada aldığı sonuçların büyüt etkisi var. Normalde o zemine, hava koşullarına alışık olmayan takımlar karşısında sürpriz sonuçlara imza attılar. Şimdi çeyrek final'deki rakipleri ise Braga... Manchester City ile kıyasladığımız zaman kağıt üzerinde daha zayıf bir rakip görülebilir belki ama Liverpool'u eleyip, buraya geldiklerini de göz ardı etmemek lazım.

Dinamo Kiev tamam, ama Uefa Avrupa Ligi'nde doğu blokunun bana göre Uefa Avrupa Ligi'nde buraya kadar sessiz sedasız gelen takımı Spartak Moskava'ydı tartışmasız. Genelde Spartak Moskova'yı buralarda görmeye pek alışkın değiliz ama bu sene Avrupa Ligi'nde cidden çok önemli işlere imza atıyorlar. Buralarda görmeye alışkın değiliz dememin sebebi ise, Rusya ligi için Avrupa Ligi'nde genelde Cska ve Zenith'in sözünün geçtiği bir lig olmasından kaynaklanıyor. Ama bu sene çok önemli işler yapıyorlar ve bir önceki turda Ajax'ı eleyerek Porto'ya rakip oldular. Ajax karşısında ikinci maçta aldıkları 3-0'lık galibiyetin de gözden kaçırılmaması gerekir bence. Tıpkı Dinamo Kiev örneğinde olduğu gibi o bölgenin takımları saha ve zemin şartlarından çok iyi yararlanıyorlar ve çok farklı sonuçlar alabiliyorlar. Şimdi Porto karşısında işleri biraz daha zor olacak belki ama her türlü sürprize açık olmak gerekir yine de.

Uefa Avrupa Ligi'nden pası Şampiyonlar Ligi'ne atacak olursak, orada da bir Shaktar Donetsk gerçeği var. Blogda Shaktar için herhangi bir yazı yazmış olmamama rağmen birkaç kez bahsetmiştim bu malum yükselişlerinden. Normalde şu an Shaktar'ın olduğu yerde Dinamo Kiev'i görmeye alışkındık lakin son senelerde bana sorarsanız Lucescu'nun da etkisiyle ciddi bir değişim içerisindeler. 2009'da gelen Uefa Kupası -o zamanki adı ile- ve şimdi de Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final... Rakipleri her ne kadar Barcelona olsa da, buraya kadar gelebilmiş olmaları da büyük bir başarıdır netice de.

19 Mart 2011

Galatasaray 1-2 Fenerbahçe | Aynı Film


Beşiktaş ile İnönü'de oynanan maç ile, bu maç arasında kısmen de olsa bir benzerlik olduğunu söylemek mümkün öncelikle. Ne açıdan derseniz, Fenerbahçe, Beşiktaş maçının ilk 15-20 dakikalık periyodunda müthiş bir başlangıç yapmıştı ve o baskının getirisi takıma gol olarak geri dönmüştü. Dün akşam da Galatasaray karşısında normalden farklı olarak, maça kötü başlayan taraf Fenerbahçe'ydi. Bu arada yazıya hazır daha yeni başlamışken şunu da belirteyim. Eğer Fenerbahçe bu maçın sonunda mağlubiyetle yahut beraberlik ile ayrılmış olsaydı, hani o bütün hafta boyunca yazılan senaryolardan bağımsız olarak şampiyonluk yarışında pek fazla yara alacağını düşünmüyordum açıkçası. Tamam, belki ortada hem kaybedilmiş bir derbi, hem de üç puan olmasına rağmen, Trabzonspor'un bu hafta kazanması hâlinde aradaki fark en fazla üç puan olacaktı. Bunu bir kenara koyup, Trabzonspor'un daha Galatasaray ile maçının olduğunu varsayarsak, bu maçı kaybetmek Fenerbahçe'ye pek olumsuz geri dönüş sağlamayacağı kanaatindeyim ben kendi adıma.

Galatasaray'ın maça taraftarının da getirdiği etkiyle baskılı başlaması beklenen bir şeydi her ne olursa olsun. O hep bahsettiğimiz malum süreçte bu sefer Fenerbahçe golü bulan değil, yiyen taraftı aksine. Golden sonra takım "n'oluyoruz?" havasına büründü birden ve tabii bu esnada gelen yeni bir Galatasaray baskısı maçı bambaşka boyutlara getirdi hâliyle. İlk yarı genelinde Fenerbahçe'nin elle tutulur hiçbir pozisyonunun yahut pozisyonu bırak, doğru düzgün şutunun bulunmaması, ipleri tamamen Galatasray'ın eline verdi. Açık söylemek gerekirse, Galatasaray ilk yarıda yakaladığı fırsatları değerlendirebilecek düzeyde etkili ayaklara sahip olsaydı, ikinci yarı bu maç daha bambaşka yerlerde gidebilirdi ama olmadı tabii.

Maç öncesinde Dia'nın durumunun tam belli olmamasının dışında, zaten orta sahanın ortasında Emre'nin olmayışı da eklenince, orta sahada her anlamda Fenerbahçe'nin sıkıntı yaşayacağı hissiyatı oluştu üzerimde. Ki ilk yarı özelinde bu durum kısmende olsa zaman zaman ortaya çıktı. Dia'nın yokluğunda Özer o bölgede kilit isimdi şüphesiz. Ben o bölgeden atakların şekillenmesi açısından sıkıntı yaşanacağını düşünüyordum ve ilk yarıda zaman zaman bir şeyler yapmak istemesinin dışında genel olarak Galatasaray'ın üstün olduğu bir yarı izledik.

Devre arasında Selçuk'un sakatlanması esasında başlı başına bir talihsizlikti kesinlikle. Hem bu maç için, hem de sezonun geri kalan maçları için sakatlanması iyi olmadı. Her ne kadar iyi olmadı desekte, takımın ofansif anlamda yükünü taşıyacak bir isimin girmesi gerekiyordu ve Selçuk-Semih değişikliği geldi Aykut Kocaman'dan. Bu değişiklik takımın biraz başını kaldırmasını sağladı ve bu süre içerisinde kanatlardan da istenilen katkı da gelmeye başlamıştı yavaş yavaş. Kanatlar demişken, bugün Fenerbahçe adına Andre Santos hakikatten yine özüne döndü ve saç baş yoldurttu bu maçta. İkinci yarıda biraz toparlanma görünümü içerisine girse de, ilk yarıda hem yenilen golde, hem de Galatasaray'ın o bölgeden ataklarında çok etkisiz kaldı gerçekten. Brezilya Milli Takımında oynayan bir oyuncunun asıl performansı bu olmamalı asla.

Takımın tekrardan maça ortak olması güzel bir olaydı belki ama yedek kulübesinden yeni bir taze kanının oyuna dahil olması gerekiyordu. Aykut Kocaman dün akşam oyuncu tercihlerinde bence biraz geç davrandı desem yanlış olmaz. Zira takım 1-0 gerideyken, ikinci değişikliği 74. dakikada Stoch ile yaptı ve sonrasında da Semih'in golü geldi. Aykut Kocaman takıma geç müdahale etti diyoruz ama Stoch değişikliği dönüm noktalarından birisiydi her ne olursa olsun.

Galatasaray'ın çoğu kısımlarda etkili olduğu bir maçta, ilk 15 dakikada beklediğimiz baskılı ve tempolu oyun, bu sefer maçın son 15 dakikasında ortaya çıktı ve bu ayağa kalkış neticesinde Fenerbahçe'ye maçı getirdi. Dönüp dolaşıp lafı yine bir şekilde Alex'e getireceğim belki ama onun için ne desek boş sahiden. Fenerbahçe yönetiminin ne yapıp edip, onun heykelini dikmesi gerekir.

Bundan sonra Fenerbahçe'nin önünde zorlu Bursa, Eskişehir ve Gaziantep maçları var. Bu süreç içerisinde yapılacak minimum puan kayıpları, şampiyonluk açısından büyük önem taşıyacaktır.

17 Mart 2011

Maça Doğru | Galatasaray - Fenerbahçe

Kaç haftadır hep yazılıp çiziliyor. "Fenerbahçe bu maçta mutlak favori" diye. Tıpkı ligin ilk yarısındaki maçta olduğu gibi. Çoğu Fenerbahçeli gibi bende bu durumun takıma avantajdan çok, dezavantaj sağlayacağını düşünenlerdenim. Bir de maçın taktiksel dizilişinden yahut iki takımın nasıl bir oyun anlayışıyla sahaya çıkacağından ziyade ilk önce, bu derbinin Seyrantepe'de oynanacak ilk derbi olması iki takım için ayrı bir önem taşıyor. Galatasaray'ın bu maça kadar evinde oynadığı maçları gördük, bu maça kadar mağlubiyet almadılar henüz. Bu yüzden yeni ortamın, yeni stat karşısında Fenerbahçeli oyuncuların buna nasıl bir reaksiyon vereceklerini çok merak ediyorum her şeyden önce. Fenerbahçeli oyunculardan sonra bir de maça gidecek olan Fenerbahçeli taraftarlar açısından da ilginç bir maç olacak. Zira Galatasaray yönetiminin Türk Telekom Arena'da deplasman tribününe bir nevi güvenlik duvarının taraftarlara nasıl bir etki yapacağı da çok önemli.

En başta dediğim gibi ; şöyle bir durum var ki, Galatasaray'ın şu an ligdeki konumu itibariyle ne şampiyonluk, ne de Avrupa kupalarına gidebilme açısından hiçbir iddiasının bulunmaması bu maçın Fenerbahçe açısından "çantada keklik" olarak gösterilmesi çok yanlış. Evet, belki şu an Galatasaray'ın hiçbir iddiası yok ama en azından bu maçı kazanarak, bu sezonun en azından bir kısmını kurtarmaya çalışacaklardır. Fenerbahçe için bu maç, kaybetse bile telafisi olabilecek tarzda bir maç olarak önüne gelecek. Zira daha dokuz hafta gibi bir süre var ve kaybetmesi hâlinde Trbzonspor ile arasındaki puan farkı en fazla üç olacak. Ama buna rağmen, Aykut Kocaman'ın yaptığı açıklamalardan da yola çıkarsak, Fenerbahçe, Galatasaray deplasmanına kazanmak için gidecek.

Konuyu dönüp dolaşıp artık bir şekilde kadro boyutuna getirmek gerekirse de, Fenerbahçe'nin bu maçta savunma özelinde tekrardan özüne yani Santos, Lugano, Yobo, Gökhan dörtülüsünün yeniden bir arada oynayacak olması büyük avantaj. Onun dışında Niang'ın gününde olması hâlinde ve son haftalarda takımın en etkili yerleri olan kanatlardan gelecek katkılar çok önemli. Aykut Kocaman'ın bu maçta da Konyaspor maçında olduğu gibi Dia'nın yerine yine Stoch'u tercih edeceği söyleniyor ve Stoch'un oynayacak olması takıma daha fazla yarar sağlaacaktır bence. Bunu Konyaspor maçında Stoch'u canlı gözle izledikten sonra net bir şekilde söyleyebilirim kesinlikle. Burada Stoch'un takıma vereceği katkı kadar, Mehmet Topuz'un performansı da çok önemli. Eğer Galatasaray maç içinde Fenerbahçe'nin kanatlardan hızını keserse, burada Alex'e de önemli düşecektir.

Galatasaray'ın ise nasıl bir oyun şablonuyla, nasıl bir taktikle oynayacağı konusunda hiçbir fikrim yok doğrusunu söylemek gerekirse. Durumun böyle olmasında takımın tutarsız sonuçlar almasının etkisi var. Tutarsız sonuçlardan ziyade, son birkaç haftadır Galatasaray'da ortaya çıkan maçın belli bir bölümünden sonra bütün ipleri rakibin eline veren ve oyun disiplininden tamamen kopan bir takım oldu Galatasaray. Yani özetle, Hagi bu maçta çok sürpriz kadroyla bile sahaya çıksa, kalkıp kimse itiraz etmez bu duruma. Bir de Galatasaray için şöyle bir durum var ki ; bu maçı kazanırlarsa en azından Fenerbahçe'yi yenmiş olmanın getirdiği etkiyle sezonun bir bölümünü kurtarma şansları var. Ha, kazanmanın yanında Galatasaray'ın olası bir mağlubiyet ile zaten karmaşık durumda olan bir Galatasaray'ın daha kötüye gitme durumunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Sonuç olarak, skor tahmini falan yapmayacağım ve skor ne olursa olsun, Fenerbahçe'nin 90 dakika sonunda maçtan galip ayrıldığı bir maç olmasını diliyorum.

16 Mart 2011

Schuster & Rijkaard & Doll



Hastalık vesilesiyle blog'a pek vakit ayıramaz oldum son birkaç gündür. Bu açığı en yakın zamanda kapatmak gerekir mutlaka. Benim blogla ilgilenemediğim süre içerisinde meydana gelen en önemli hadise, Schuster'in Beşiktaş ile yollarını ayırması oldu elbette. Aslına bakılırsa Schuster'in Beşiktaş ile olan ilişkisinin sona ermesi ani olarak gözükse de, beklenen bir gelişmeydi. Bu istifanının ani gözükmesinin temel nedeni, Beşiktaş yönetiminin, takım bundan birkaç hafta önce Uefa Avrupa Liginden elendikten sonra ve bunun akabinde Süper Ligde alınan sonuçlara rağmen Schuster'in arkasında olduklarını ve en azından sezon sonuna kadar her ne olursa olsun takımın başında kalacağının garantisini vermişlerdi. Ancak dün Schuster kendi rızasıyla yönetime istifasını iletmiş ve yollar ayrıldı neticede.

Türkiye'ye gelen ünlü teknik adamların sonrasında bir şekilde başarısız olup, buradan ayrılmalarına çoğu kez şahit olduk esasında. Ama bu sezon Türkiye'nin harcadığı teknik direktörler kalite bakımından gerçekten küçümsenmeyecek düzeyde isimler. Mesela Schuster ve Doll'den önce bir Frank Rijkaard gerçeği vardı Galatasaray ve Türk futbolu için. Türkiye'ye ilk geldiğinde "Galatasaray, Türkiye'nin Barcelona'sı olacak" diyenler falan çıkmıştı ortaya ama sonrası malum yani. Aslında Galatasaray'a geldiğinde özellikle ilk sezonda şampiyonluğu elde edememesine rağmen pozitif futbol oynatmaya çalışmıştı ve bunda bence başarılı da olmuştu bir bakıma. Çünkü yapılan transferler ve Galatasaray'ın yapısı Rijkaard'ın kafasındaki oyun şablonuna gayet uygundu bana göre. Ama Galatasaray yönetimi en fazla bu sezona kadar sabredebildi ve Fenerbahçe maçı öncesinde bildiğiniz üzere Rijkaard ile yollar ayrıldı ve Hagi getirildi takımın başına. Hagi geldikten sonra ne değişti Galatasaray'da? Hiçbir şey. Bu yazıyı okuyanların kafasında şöyle bir fikir muhakkak oluşacaktır ; "Tabii sen Fenerbahçelisin, oturduğun yerden, klavye başından sallamak kolay " diyenler olacaktır mutlaka ama durum öyle ya da böyle ortada görüldüğü üzere.

Bir de Gençlerbirliği'nin bu sezon ortasında yollarını ayırdığı Thomas Doll gerçeği var son olarak. Onun durumu da tıpkı Rijkaard gibiydi. Yalnız onun Rijkaard'tan farkı, daha mütevazi bir takıma gelmişti ve hâl böyle olunca takımın bütçesi ve yapılan transferler de ona göre oluyor. Yapılan transferler bana sorarsanız Doll'ün Almanya'da çalıştırdığı takımlarda yaptığı transferlerin yanından geçemezdi kesinlikle ama yine de buna rağmen ilk sezonda ligi tam orta sıralarda tamamlayan ama ertesi sezon yine dibe vuran bir Gençlerbirliği vardı. Sonuç olarak Doll'e de diğerlerine yapıldığı gibi sabredilmedi ve yollar ayrıldı. Her şeyden önce şöyle bir gerçek var ki ; bunu her defasında söylüyoruz ama öncelikli olarak millet olarak sabretmeyi öğrenmemiz gerekiyor öncelikle...

14 Mart 2011

Resim #4


Fotoğraf, dün akşamki Fenerbahçe - Konyaspor maçından. Bundan önce Fenerbahçeli bloggerlar olarak pankart yapacağımızı duyurmuştuk  ve o malum pankartı dün akşam Türk Telekom Tribününe astık. Pankartın yapımında emeği geçen Yiğit Yılmaz'ın ellerine sağlık, çok güzel bir iş çıkartmış hakikatten.

Fenerbahçe 2-0 Konyaspor


Geçen hafta Gençlerbirliği deplasmanında Andre Santos ve Lugano'nun kart cezalısı durumuna düşmesi, savunma hattında takımın zorlanacağı hissiyatı yaratmıştı bende ve bu bağlamda Caner ve Bekir'in takıma nasıl bir etki yapacağını çok merak etmiştim açıkçası. Caner sezon başında takıma ilk geldiği zamanlarda iyi bir başlangıç yapmıştı lakin sonrasında durum ortada. Formayı sonrasında Andre Santos'a kaptırdı. Dün akşamda sol bek pozisyonunda aksadı ve Fenerbahçe o taraftan Konyaspor'a pozisyonlar verdi zaman zaman. Ama bunun yanında ikinci golde yaptığı o enfes asisti de es geçmeyelim hani.

Konyaspor'un başına Yılmaz Vural'ın geçmesinden sonra, takımın oynadığı oyunda ciddi bir değişiklik söz konusu. Ziya Doğan döneminde özellikle büyük takımlara karşı maçın başından sonuna kadar savunmaya gömülen, "1 puan alayım da, nasıl oynarsak oynayalım" şeklinde bir oyun anlayışı benimsiyordu. Fakat Yılmaz Vural'la birlikte Konyaspor'da bir değişim olduğu gerçek. En azından dün akşam maçın sonuna kadar skor 2-0 olduktan sonra bile pozitif futbol oynamaya çalıştılar. Yılmaz Vural'ın bundan önce çalıştırdığı takımlara da baktığımız vakit, her zaman ofansif ve göze hoş gelen bir futbol oynatmaya çalışıyor genelde.

Fenerbahçe'de ligin ikinci yarısıyla beraber o hep bahsettiğimiz, özellikle maçın ilk 30 dakikasında rakibi bunaltan,pozisyonlar üreten ve bu süreçte bulduğu gollerle sonuca giden bir anlayış söz konusuydu ve bu maçta da aynı durum devam etti. Niang'ın golüyle beraber skor avantajının elde edilmesi çok önemliydi ama bu dakikadan sonra Konyaspor'un etkili olduğu dakikalara tanık olduk.

Konuyu bir şekilde Stoch'a bağlamak gerekir bence. Nedenini ise biliyorsunuz. İkinci yarı itibariyle formayı Dia'ya kaptırmıştı ve ikinci yarının başladığı günden bu yana ilk kez dün akşam forma şansı bulabildi ve Dia kadar etkili olamasa da, takımın hücum anlamında pozisyonlara girmesinde etkili faktörlerden birisiydi. Ancak şöyle bir durum da var ki ; paragrafın başında da dediğim gibi Dia kadar etkili olamadı maç genelinde. Girdiği pozisyonları kaçırdı vesayre falan ama yine de hırslıydı ve büyük çaba sarf etti buna rağmen.

Skor avantajı dedik, Stoch dedik ama bir de Emre gerçeği var ne yazık ki dün akşam için. Maç esnasında sakatlandı ne yazık ki ve sakatlığından ötürü oyundan çıkmak zorunda kaldı bildiğiniz üzere. Emre'nin sakatlığı Fenerbahçeiçin çok önemli bir handikap olduğunu da belirtmek gerekir. Zira Selçuk'un devam eden sakatlığının üzerine Emre'nin sakatlığı da eklenince tam oldu yani. Ne kadar süre oynayamayack tam olarak bilmiyorum ama Galatasaray maçı öncesinde Fenerbahçe orta sahası için önemli bir dezavantaj olduğı bi' gerçek. Fenerbahçe'yibir kenara koyup, bir de Milli takım için bu sakatlığın sıkıntı yaratacağını düşünüyorum ben.

12 Mart 2011

Anadolu'da Parlayan Yabancılar

Bugün Karabükspor - Bursaspor maçını izlerken Anthony Seric'in ismini duyunca böyle bir yazı yazmak geldi aklıma. Esasında daha öncesinde de buna benzer bir yazı yazma niyetindeydim ama en sonunda bugüne kısmet oldu. Üç büyük kulübün -özellikle şu üç sezondur gerçekleştirdikleri büyük umutların bağlandığı fakat sonrasında takımda "istenmeyen adam" konumuna gelen oyuncular vardır, buna birçok kez şahit olduk bugüne kadar. Bu gerçekleşen transferlerin ardından yabancı oyuncular genelde eninde sonunda yine geldikleri yer olan Avrupa'nın yolunu tutarlar fakat, az da olsa kariyerine Türkiye'de başka bir kulüpte devam eden isimlerde olmuştur nadiren. Benim bu yazıyı yazma amacımda o'ydu aslında.

Anthony Seric'in Beşiktaş'a transferinden sonra sol bek için iyi bir isimin transfer edildiği öngörülüyordu fakat, transferin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra çatlak sesleri gelmeye başlamıştı yavaştan ve bütün bir sezon boyunca yalnızca 3 maçta 161 dakika forma giyebilen bir isim olabildi ancak. Seric'in Beşiktaş'a gelişi gibi, Hajduk Split'e dönüşü de bedelsiz gerçekleşti. Orada geçirdiği bir sezonun ardından, bu sezon başında Süper Lig'e yükselen Karabükspor onunla ilgilenmeye başladı ve yaz transfer döneminde yine Türkiye yollarına, bu sefer Karabükspor'a transferi gerçekleşti. Beşiktaş'ta yalnızca 161 dakika forma giyebilmiş bir oyuncunun Karabükspor'da harika imza işlere atıyor olması da, üç büyük kulübümüzün izlediği transfer politikasının nasıl işlediğini de düşündürmüyor değil hani esasında. Hayır, en basitinden Beşiktaş'ın bu sezon içinde bulunduğu durumun yanında, sol bek pozisyonunda İbrahim Üzülmez'in kadro dışı bırakılması ve İsmail Köybaşı'nın sakatlığı göz önüne alınınca, Seric için "kaçan balık" yakıştırmasını yapmak çok yerinde olur sanırım.

Yakın zamanda Galatasaray ve Fenerbahçe'de hayal kırıklığına neden olan fakat sonrasında Türkiye sınırları içerisinde bir kulübe transfer olan bir isimle henüz karşılaşmadığımız için yola yine Beşiktaş'la devam edelim. Bana göre Beşiktaş için bir diğer "kaçan balık" Tomas Zapotocy'di. O zamanlar Mustafa Denizli takımın başına geçtikten sonra bileti kesilen isimlerden birisiydi Zapatocny ve sonrasında Bursaspor'a kiralandı. Bursaspor'a bir sezonluğuna kiralanınca orada gösterdiği form grafiği, Anthony Seric ile hemen hemen eş değer nitelikte. Ancak Mustafa Denizli, kendisini kadroda düşünmediği için belli bir zaman sonra Beşiktaş ile yolları ayrıldı. Yine aynen sol bek örneğinde olduğu gibi, stoper konusunda da transfer edilen isimlerin ve eldeki mevcut isimlerin sergilediği performansı göz önüne alırsak, durum ortada açık bir biçimde...

10 Mart 2011

Şampiyonlar Ligi'nin Yeni Yüzleri : Schalke 04 & Shaktar & Tottenham

Şampiyonlar Liginde ikinci tur rövanş maçlarının bir kısmı Salı günü ve dün oynan maçlara sahne oldu. Önümüzdeki hafta da geri kalan maçlar oynanacak ve çeyrek final'e yükselen takımlar net bir biçimde ortaya çıkacak. Eldeki maçları, yani bu hafta oynanan maçlardan yola çıkarsak, ikinci tur rövanş maçlarının ilk ayağı ciddi sürprizlere sahne oldu demek mümkün. İkinci tur maçlarında Barcelona - Arsenal eşleşmesini bir kenara koyup değerlendirdiğimiz de, diğer eşleşmelerde ortaya çıkacak sonuçların bazıları "sürpriz" niteliğini taşıyor net bir biçimde. Arsenal maçını ayrı tutmamın nedeni, orada ortaya çıkabilecek iki ihtimalinde sürpriz olmayacağından kaynaklanıyor yani.

Şüphesiz ki en önemli sürprizi başlıkta da yazdığım gibi, ; Schalke, Shaktar ve Tottenham gerçekleştirdi. Öncelikle Schalke'yi ele alalım. Şöyle bir şey var ; benim gözümde Arsenal neyse, Schalke'de o'dur. Biraz geriye gidecek olursak, esasında ben Schalke'nin düştüğü gruptan çıkabileceğini bile tahmin etmiyordum doğrusunu söylemek gerekirse. Nedeni ise ortada ; takımın bu sezon içinde bulunduğu vaziyet ortada ve bu durumda Şampiyonlar Liginde başarının gelmesi bayağı bir mucize olacaktı ve sürpriz bir şekilde Schalke bunu gerçekleştirdi ve çeyrek final'e kadar gelmeyi başardı Şampiyonlar Liginde. Takım gruptan çıkmayı garantiledikten sonra merak edilen konu, ikinci tur'da Schalke'nin kiminle eşleşeceğiydi. Açık söyleyeyim, ben kura çekimi esnasında Barcelona, İnter veya Milan'ın düşeceğini düşünüyordum ama Valencia çıktı kurada ve bu eşleşmeden sonra twitter'da "Lokum gibi kura" benzetmesini yapmıştım ve hakikatten de öyleydi. Sonrasını biliyorsunuz zaten, Schalke Valencia'yı ikinci maçtaki şahane oyunuyla eledi. Çeyrek finalde Schalke'nin ayarında bir takım düşerse yine eşleşmede, -Tottenham veya Shaktar gibi- yarı final sürpriz olmaz kesinlikle.

Shaktar ise Roma'yı leyerek çeyrek finale adını yazdırmayı başardı dün akşam. Shaktar için öncelikle şöyle bir durum var ki ; takımın bu noktaya kadar gelebilmesinde Lucescu'nun etkisi oldukça fazla. Zira Lucescu'nun hemen hemen bugüne kadar çalıştırdığı çoğu takımda ya Avrupa Kupalarında, ya da kendi liginde mutlaka başarıya ulaşabiliyor. 2009 yılında İstanbul'da oynan Uefa Kupası finalinde gelen kupanın ardından, şimdi de Şampiyonlar Liginde çeyrek final deneyimini tadacaklar.

İkinci tur rövanş maçlarının ilk ayağında sürprizi gerçekleştiren son takım ise Tottenham... Eşleşmeler sonrasında Tottenham'ın Milan ile eşleşmesi başlı başına bir talihsizlik olarak görülüyordu aslında. Zira her ne kadar Premier Lig'de iyimücadele eden bir ekip olsa da, Tottenham tarihinde ilk defa Şampiyonlar Liginde boy gösteriyordu. Bunun yanında Milan'ın bu sezonki mevcut konumunu ele aldığımızda Milan'ın rahat rahat turu geçeceğini düşünüyordum. Ama tabii her zaman umulan şey gerçekleşmiyor ve Tottenham ilk maçta San Siro'da attığı bir golle ve skor avantajı ile ikinci maçta kendi evinde 0-0'a yatınca onlar da çeyrek finalin yolunu tuttular.

İkinci tur rövanş maçlarının ikinci ayağında ise, ilk ayakta olduğu gibi pek fazla sürprizle karşı karşıya kalacağımızı da sanmıyorum açıkçası. Bunun en temel nedeni, takımların Şampiyonlar Liginin "demirbaş" diye tanımladığımız takımlardan oluşmasından kaynaklanıyor. Belki Marsilya'nın sürpriz gerçekleştirme olasılığı olabilir ama, o da çok zor görünüyor şu aşamada...

9 Mart 2011

Barcelona Maçı Sonrası & Talihsizlik?

Dün Star Tv sağolsun maçı yayınlamadı ve hâliyle maçı izleyemedim. Takım nasıl oynadı, ne oldu, ne bitti hiçbir fikrim yok ama şöyle bir gerçek var ki, Arsenal bu sezonda Şampiyonlar Ligi serüvenine erken son verdi. Maçı izleyemedim belki ama, maç içi istatistiklere baktığımız zaman, Barcelona'nın Arsenal'ı bariz bir biçimde ezdiği ortaya çıkıyor açık bir biçimde. Aslına bakılırsa, Arsenal için talihsizlik kuralar çekildikten sonra gerçekleştirdi bir bakıma. Zira rakip Barcelona'ydı ve bana göre Real Madrid ile birlikte bu kupanın en önemli favorilerinden birisi konumundalar.

İlk maçın Emirates'de oynanacak olması Arsenal için belli bir avantaj sağlamıştı belki aslında ama ikinci maç için ne olup biteceği çok öncesinden net bir biçimde belliydi hani. Gerçi ilk maçta da Barcelona Messi ve Villa ile yakaladığı pozisyonları değerlendirebilseydi o maçta bambaşka boyutlara gelebilirdi ama kaçan fırsatların yanında, Arsenal'ın ikinci yarıda oyunda dengeyi sağlayıp maçı 2-1 kazanması ile az da olsa bir avantaj sağlamıştı ikinci maç için.

Hoş, Nou Camp'ta her ne kadar Barcelona Arsenal'ı "ezdi" desekte, maçı izlememiş olmama rağmen Van Perise'nin oyundan atılması kilit noktalardan birisiydi şüphesiz. İki takımda sayı olarak maçı eşit tamamlayabilseydi, Arsenal'ın turu atlama ihtimali olabilirdi mutlaka ama olmadı ve Arsenal Şampiyonlar Ligi'ne ikinci turdan veda etti bu sezon.

Benim bu yazıyı yazmamdaki temel neden aslında Arsenal'ın 2006 yılında yine Barcelona ile final oynadıktan sonraki süreçten, bugüne kadar olan dönemde Şampiyonlar Ligi'ndeki form grafiğine değinmekti, başlıktaki "Talihsizlik?" kısmı da yazının bu bölümünü oluşturuyor kısacası.

Neyse, lafı fazla saptırmadan esas konumuza gelelim. Yukarıda da dediğim gibi, Arsenal'ın Barcelona ile final oynadıktan sonraki dönemini ele aldığımız da, ciddi bir talihsizlik durumu çıkıyor karşımıza. Zira ertesi sezon yalnızca ikinci tur'a kadar çıkabilmiş, bir sonraki sezon ise Çeyrek final'e kadar çıkabilme başarısı gösterebilen bir takım olabildi en fazla Arsenal. 2006 yılından, günümüze kadar olan noktada Arsenal Şampiyonlar Ligi'nde yalnızca Çeyrek final'e kadar gelebildi. Sonrasını ise henüz daha göremedik. Belki bu sezon lg şampiyonluğunun kazanılmasıyla birlikte, ertesi sezon yine olası bir final görme şansımız olur umarım...

8 Mart 2011

Fenerbahçeli Bloggerlar Buluşuyor #2

Fenerbahçeli bloggerlar buluşmaya devam ediyor. Sadece nette takılmakla, sadece nette arkadaşlık yapmakla, sadece nette muhabbet etmekle yetinmiyoruz ve gerçek hayatta da buluşuyoruz bu samimiyetimizi daha da sağlamlaştırıyoruz.

Pazar günü oynanacak Fenerbahçe-Konyaspor maçı öncesi yine buluşuyoruz. Yanımızda olmak isteyen herkesi bekleriz. Blogger, Galatasaraylı blogger, Beşiktaşlı blogger farketmez. Gelsinler muhabbet edelim. İçkimizi içelim.

Buluşma saati ; 14:30 - 15:00
Buluşma yeri ; Kadıköy Balıkcılar Çarşısının orada yer alan Ali Baba Restoran.

Ayrıca sadece yanımızda olmayıp maçı da bizimle beraber tribünde izlemek isteyenler biletlerini Türk Telekom tribününden alabilirler.

Sloganımız yine belli '' Fenerbahçe'yi yazmıyoruz, konuşuyoruz. ''

Gençlerbirliği 2-4 Fenerbahçe

Maçtan önce rakipten değil de, Ankara'daki hava şartları beni çok korkutuyordu, ama neyse ki herhangi bir sürpriz gerçekleşmedi ve Fenerbahçe bu maçı kazanarak, Pazar günü Trabzonspor'a kaptırdığı liderliği tekrar ele geçirdi.

Fenerbahçe'de ligin ikinci yarısı itibariyle gözle görülür derecede büyük bir yükseliş olduğu ortada, bunu birçok kez söyledik. Ligin ikinci yarısında maçların genelde ilk yarım saatlik bölümünde rakibi aşırı derecede baskıya boğan ve bu baskı sonucu skor avantajını sağladıktan sonra rakibin temposuna göre hareket eden bir takım görüntüsü içerisine büründü genel olarak Fenerbahçe. İlk yarım saat dedik ama, Kasımpaşa maçıyla birlikte bu maçta da benim dikkatimi çeken nokta ; bu baskılı oyunun süresinin azaldığı yönünde. İkinci yarının başlarında bu süre 30 dakika dolaylarındayken, son iki maçtır bu süre 20 dakika dolaylarına çekildi. Bu durumun böyle olmasında takımın fizik gücünün belli bir düşüş içerisine girmiş olmasının etkisi de olabilir belki.

Bu maçta da tıpkı ligin ikinci yarısındaki hemen hemen her maçta olduğu gibi, bu maça da baskılı başladı takım. Bu baskının takıma getirisi, ilk 25 dakikada atılan iki gol olarak geri döndü. Şunu da söylemek gerekir ki ; atılan bu iki golde kaleci Serdar'ın çok ciddi bir etkisi vardı bence. İlk golde Lugano'ya bir nevi asist yaptı ve ikinci golde de Niang'ı ceza sahası içinde düşürmesi sonucunda Fenerbahçe penaltı kazanmıştı.

Fenerbahçe skor avantajını yakaladıktan sonra, ligin ilk yarısında takımın yaşadığı en önemli sıkıntılardan birisi olan ve puan kayıplarının yaşanmasının en önemli nedenlerinden "skoru koruyamama" psikolojisi tekrar hortladı bu maçın belli bölümlerinde. Skor 2-0 olduktan, ilk yarının sonuna kadar olan süreçte Fenerbahçe hakikatten çok kötü mücadele etti, oyun disiplininden koptu adeta. Gençlerbirliği 2-2'yi bulduktan sonra, ikinci yarıda Aykut Kocaman'dan orta saha bölgesine Cristian takviyesi geldi hemen. Ki bu hamle, Fenerbahçe'nin bu maçı kazanmasında çok önemli bir etki yarattı diyebilriim. Zira ağırlaşan hava şartlarıyla beraber, Fenerbahçe'nin orta saha direncini kaybetmeye başlamıştı ve ibre Gençlerbirliği'ne kaymaya başlamıştı bu süreçte.

Yapılan hamlelerin yanında gelen goller Fenerbahçe'de yine bir rahatlamaya yol açtı hâliyle. Gençlerbirliği'de oyundan düştükten sonra orta saha mücadelesi şeklinde geçen bir maç izledik açıkçası. Burada bir de aklıma gelmişken sözü Kasımpaşa maçının yazısında olduğu gibi yine Volkan'a getirmek istiyorum. Son iki haftadır savunmanın bocaladığı anlarda çok iyi kurtarışlara imza atabiliyor, dün akşam kazanılan maçta bence Volkan'ın payı yine oldukça fazlaydı kesinlikle.

6 Mart 2011

Fenerbahçeli Bloggerlar Pankart Yapıyor

Geçen gün Yiğit Yılmaz, bloguna bir yazı yazmıştı konuyla ilgili. Mevzuyu bilmeyenler için konu hakkında biraz özet geçelim. Malum, birkaç gün önce blogspot'a erişim Digitürk tarafından yasa dışı yayın yaptırdığı gerekçesiyle kapatılmıştı. Durum böyle olunca bir sürü insan mağdur durumuna düşmüştü. Bloggerlar olarak sesimizi duyurmak için ise pankart yapmaya karar verdik. Bir aksilik olmazsa, önümüzdeki hafta Kadıköy'de oynanacak olan Konyaspor maçı için "Bloguma Dokunma" adı altında pankart yapacağız. Konuyla ilgili detayları yine Yiğit Yılmaz'ın blogundan takip edebilirsiniz, az da olsa herkesin katkısını bekliyoruz efendim yine de.

Süper Lig'de Son 5 Yılın Puan Durumu

Az önce statto.com'da araştırma yaparken dikkatimi çekti bu puan tablosu. Başlıkta da yazdığım üzere Süper Lig'de son 5 sezonun genel görünümü bu şekilde. Görünen tabloda en dikkat çekici ilk unsur şüphesiz Fenerbahçe'nin genel görünümde açık ara demiyelim de, ciddi bir puan farkı ile lider olduğunu söylemek mümkün. Galatasaray ise özellikle son iki üç sezondur bulunduğu konum itibariyle puan anlamında oldukça geri kaldığı görünüyor.

Listede Bursaspor ve Kayserispor'un ilk beş içerisinde yer alıyor olmasının en büyük nedeni, şüphesi yine son üç sezonda içelerinde bulundukları genel yükselişten kaynaklanıyor. Bursaspor'un geçen sezon elde ettiği şampiyonluk esnasında topladığı puanların ise ayrı bir önemi var. Burada benim dikkatimi çeken takım ise Gençlerbirliği... Zira son 5 sezonu ele aldığımızda ligde genelde hep alt sıralarda kalmalarına rağmen 157 maç sonunda 189 puan toplamışlar. Listede 21. sırada yer alan Hacettespor'dan sonra sıralanan takımlar arasında takımların oynadığı maç sayılarının büyük bir etkisi var muhakkak ama yine de ciddi bir fark oluştuğunu söylemek mümkün.

3 Mart 2011

Rusya'nın Yolunu Tutanlar : Misimovic & Sercan Yıldırım

Bu
Şu son üç gün, özellikle transfer açısından baya hareketli geçti desek yanlış olmaz sanırım. Önce Misimovic Dinamo Moskova'nın, sonra da Sercan Yıldırım Lokomotiv Moskova'nın yolunu tuttu. Rusya'nın yolunu ilk tutan isim olan Misimovic'ten başlayalım ilk olarak. Misimovic, Galatasaray'a geldiği ilk günden bu yana beklentilerin çok fazla olduğu bir isim olduğunu hepimiz biliyorduk aşağı yukarı. Ama ülkemize gelen çoğu "yıldız" futbolcu gibi Misimovic'in Türkiye kariyerinde aşina olduğumuz bir sona tanık olduk. Açıkça söylemek gerekirse, ben Misimovic'in Galatasaray'dan niçin-ne sebeple koparıldığını hâlâ anlayabilmiş değilim. Yani yapılan açıklamalara bakıldığı zaman tatmin edici bir neden yok ortada. Bunun yanında bir de Galatasaray için bu transferin maddi boyutu var aynı zamanda. Wolfsburg'a sezon başında ciddi bir bonservis bedeli ödenip transfer edilmişti ve takımdan ayrılırken de "Aman nasıl satılırsa satılsın da, yeter ki satılsın" mantığı ile takımla yolları ayrıldı.

Misimovic'in neden Rusya'yı tercih ettiği meselesine de gelecek olursakta ; Uefa'nın talimatlarına göre bir oyuncu bir sezon içerisinde ikiden fazla Avrupa kulübüne transfer olamaması gibi bir durum söz konusuydu. Durum böyle olunca, Misimovic'te muhtemelen yarım sezon gibi bir süre futboldan ayrı kalmamak için Dinamo Moskova'nın yolunu tuttu özetle.

Misimovic'in Galatasaray ile olan ilişkisinin sona ereceği herkes tarafından biliniyordu, ama bunun yanında belki de en azından benim çok büyük bir sürpriz olarak karşıladığım transferlerden birine de yine bir Rus kulübü olan Lokomotiv Moskova imza attı dün itibariyle ve Sercan Yıldırım'ı kadrolarına kattılar.

Bu transferi "çok büyük bir sürpriz" olarak karşılamamda iki neden var esasında. Birincisi ; aniden gelişen bir transfer oldu ve böyle bir ayrılık beklemiyordum ben gerek Bursaspor'dan gerekse de Sercan Yıldırım açısından. İkinci nokta ise ; Sercan'ın bundan en fazla bir veya iki sezon öncesine kadar özellikle Manchester United ve Barcelona gibi kulüplerin, onu izlemeye aldığı yönünde bir sürühaberler dolanıyordu ortalıkta ve bu yüzden Sercan'ın Rusya'ya transferi bende hayal kırıklığına yol açtı.

Hoş, gerçi yine de Lokomotiv Moskova'nın Bursaspor'a ödeyeceği 5.5 Milyon Avro bugünün şartlarında küçümsenmeyecek bir para belki ama yine iki sezon öncesine kadar gittiğimizde 10 Milyon Avro'ya satılması muhtemeln bir oyuncuyu bu fiyata satmakta ayrı bir konu tabii. Velhasıl, Sercan Yıldırım açısından her manada iyi bir transfer olur diyelim son olarak.

2 Mart 2011

Futbol Extra Mart Sayısındayız!

Bugün itibariyle Futbol Extra dergisinin Mart sayısında yer bulduk kendimize blog olarak. Blogumun Futbol Extra dergisinde yayınlanacağı hiç aklımın ucundan dahi geçmezdi fakat sonuç olarak derginin bu sayısında kendimize yer bulduk. Buradan Arzu Bıçakçı'ya da teşekkürü bir borç bilirim ayrıca. Sağolsun, varolsun.

Size De Bu Yakışır

Dün blogspot’un Digitürk tarafından kapatılacağı üzerine çeşitli haberler dolanıyordu ortalıkta. Hoş, pek fazla takip edemedim ben bu haberleri belki ama sonuç itibariyle bugünden itibaren Digitürk tarafından blogspot’a erişim resmen engellenmiş durumda. Yani uzun lafın kısası ; artık ne zaman açılır bilinmez ama en azından engel kaldırılana kadar yazı yazamayacağız blogger üzerinden. O yüzden geçici olarak buraya taşıdım ben yazılarımı.

İşin esas noktasına gelmek gerekirse de, Digitürk’ün blogspot’u esas kapattırma nedeni blogspot üzerinden yapılan yasa dışı maç yayınlarıymış. Çok afedersiniz ama ben bunun kadar saçma bir karar görmedim, duymadım daha önce. İnsanların özgürce, diledikleri gibi kendini ifade ettikleri, hatta kiminin para kazandığı bir mecrayı kapatmak ahmaklıktır tek kelimeyle. Hayır, işin ilginç yanı şu. Bu engelleme kararını alan zihniyet(ler) bugünden itibaren internet üzerinden yasa dışı maç izleme hadisesinin önüne geçeceklerini mi sanıyorlar acaba? Bence hayır. Aksine bu durum daha fazla artacaktır. En azından ben bu akşam şartlar elverirse şayet, bu akşamki Premier Lig maçını internetten izleyeceğim.

Velhasıl, çok öncesinde youtube, birkaç ay önce fizy ve şimdi de blogspot kapatıldı. Bakalım ilerleyen zamanlarda daha hangi sitelere erişim engellencek bu ülkede gerçekten sabırsızlıkla bekliyorum. Yakında hepten internet’e erişim hakkımız elimizden alınırsa, şaşırmayın sakın.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...