24 Ekim 2011

Fenerbahçe 0-0 Samsunspor | Saygı Duruşunda Bile Sessiz Duramamak

Yazı için attığım başlıktan daha farklı bir yazı daha çıkabilirdi belki ortaya ancak ben iki konuya aynı anda değinmek istedim bu seferlik. Evet bütün hafta boyunca yaşanan olaylar, ilk önce verilen 24 şehit ve millet olarak bu olayın şokunu üzerimizden atamamışken dün Van'dan gelen deprem haberi epey sarstı herkesi. Tabii bütün olaylar üst üste gelince, dünkü maç pek bir anlam ifade etmiyordu bizler için. Yine hafta boyunca taraftar grupları tarafından yapılan duyurularla, bu maçın çok farklı bir havada geçeceği belliydi.

Bana sorarsanız maçın en unutulmaz yanı, şehitlerimizin adlarının statta anons edilirken taraftarların "Burada!" diye karşılık vermesi ve o anda dökülen göz yaşları, her şeyin önüne geçti. Onun dışında maçtan önce dağıtılan Türk bayrakları ve yine maçtan önce tribünlerde açılan dev Türk bayrakları, milli maç havası yarattı doğal olarak.

Yapılan saygı duruşuna da değinmek gerekirse de, sırf bu maç için konuşmak elbette yanlış olur. Bizim millet olarak belli bir saygı duruşu kültürümüz yok ne yazık ki. Yani o bir dakikalık süreçte bile çenemizi kapatmayı bilmiyoruz. Dünkü maçta da çok farklı bir durum yaşanmadı ve tekbir getirenlerinden tutun da, "Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez" diye slogan atanlarına kadar çok farklı tepkilerle karşı karşıya kaldık. Benim anlayamadığım nokta, bir dakika sessiz durmak bu kadar zor mu? Şayet zorsa, statlarda veya salonlarda saygı duruşu uygulaması kaldırılsın o zaman. Veya insanlara bununla ilgili eğitim verilsin. Bu kadar net.

Neyse, o konuyu fazla uzatmadan biraz da maça değinelim. Şöyle bir durum var ki, Fenerbahçe, rakiplerinin puan kaybettiği haftalarda kazanmasını bilmiyor. Bu senelerdir böyle olmuştur. Böyle de cömert bir takım olma özelliğine sahibiz işte. Sahada oynan futbol ise, pek memnun etmedi açıkçası beni. Geçen hafta Mersin deplasmanında kazanmamıza rağmen orada sallanan bir görüntü içerisindeydi takım. Bu haftada o sallantı devam etti ve sonuç olarak yine Şükrü Saraçoğlu'nda puan kaybı yaşadı Fenerbahçe. Manisaspor maçından sonra, iç sahada yaşadığımız ikinci puan kaybı oldu böylelikle. Deplasmanlarda ise durum bunun tam tersi, takım sürekli kazanıyor.

Bir sonraki maç Beşiktaş ile. Aslına bakarsanız, derbi öncesi puan kaybetmek, takım üzerinde ekstra bir motivasyon yaratabilir diye düşünüyorum. Zira birçok kez bu böyle olmuştur. Umarım bu maçta da aynısı olur ve Fenerbahçe, İnönü deplasmanından galip döner...

Burada!



Söyleyecek pek fazla söz yok. Sadece susup dinleyelim. Ha, bir de saygı duruşunda sessiz durmayı bile beceremeyen bir milletiz, ne yazık ki.

8 Ekim 2011

Türkiye 1-3 Almanya

Yaklaşık bir aydır buraya tek kelime yazmadım. Bunun sebebini bir önceki yazı da açıklamıştım ama en fazla bir ay dayanabildim görüldüğü üzere. Yine çok sık olmamakla beraber, buraya elimden geldiğince içimden geçenleri yazacağımı da belirteyim ayrıca. Neyse, onu bir kenara bırakıp asıl konumuza gelelim. Dün bildiğiniz üzere Almanya maçı vardı ve aslına bakarsanız rakip Almanya olmasına rağmen, içimde gram heyecan yoktu bu maç için. Bunun tek bir nedeni var, 3 Temmuz'da yaşanan olaylar ve sonrası... O olaylardan sonra bu ülkede futbol adına yaşanan hiçbir gelişme umrumda değil artık. Zaten milli takımın oynadığı futbol da ortada. Değişen hiçbir şey yok yani.

Almanya'nın gruptan çıkmayı garantilemesi ve maçı kendi sahamızda oynayacak olmamız ilk başta ibreyi bize çeviriyordu ama maç başlayınca işler tamamen tersine döndü. Oynanan futbol için gerçekten söyleyecek söz yok. Hani böyle oynamaya devam edeceksek, bizim yerimize Belçika çıksın gruptan. Evet evet, Belçika çıksın. Kaldı ki ikinci olmamız durumunda Rusya, İsveç, Hırvatistan, Danimarka gibi takımlardan birinin rakibimiz olacağını düşününce, hakikatten Euro 2012'ye gitmeyelim diyorum kendi kendime. Bu oyunla, bu oyuncularla işimiz zor.

6 Eylül 2011

Biraz Ara

Tam nedenini bilmiyorum ama, nedense şu sıralar buraya hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden. Belki durumun böyle olmasında 3 Temmuz'dan bu yana yaşanan gelişmelerinde etkisi vardır herhalde, kesin bir şey söylemem zor açıkçası. Yazma hevesimin uçup gitmesinin bana daha çok katkısı olabilir aslında. Böylelikle burada zaman kaybetmek yerine, derslere daha çok yoğunlaşarak kendime bir iyilik etmiş olurum en azından. Yani demem o ki ; bloga yazmaya bir süreliğine ara veriyorum. Artık ne zaman dönerim, ne zaman tekrardan yazmaya başlarım, net bir şey söyleyemem. Herkese hayatta başarılar...

3 Eylül 2011

Bir Kare #7

Fotoğrafı ilk gördüğümde ben de çok şaşırdım, hatta inanamadım ama evet, fotoğraftaki çocuk İker Casillas. Burada daha 9 yaşındaymış.

26 Ağustos 2011

Güle Güle Tota

Taraftarların, tuttukları takımlarda mutlaka vazgeçemeyeceği oyuncular vardır. Fenerbahçe için konuşmak gerekirse, bu oyuncular Lugano'dur, Alex'tir, Luciano'dur veya ne bileyim, Van Hoijdonk'tur, Uche'dir. Bu oyuncuları vazgeçilmez yapan, sahada terinin son damlasına kadar mücadele etmeleridir. Bu oyunculara o kadar bağlanınca, zamanı geldiğinde ayrılmak da bir o kadar zor oluyor ister istemez. Mesela şimdi de ayrılık sırası Lugano'da. Her ne kadar kabullenemesem de, Fenerbahçe'den ayrılacak Lugano.

Keşke bu malum olaylar yaşanmasaydı da, Lugano bizimle kalsaydı hep, keşke bu olaylar yaşanmasaydı da, Lugano'ya veda etmek zorunda kalmasaydık. Ama yapacak bir şey yok tabii, özellikle şöyle bir zamanda yabancıları takımda tutmak mümkün olmaz pek. Bunun üzerine daha da takımdan ayrılacak olan özellikle yabancı oyuncular olacaktır. Neyse, lafı daha fazla uzatmadan ; "Yolun açık olsun Tota" diyelim son olarak. Bu taraftar seni unutmayacak!

25 Ağustos 2011

Ne Diyeceğini Bilememek

Ne desem, ne yazsam bilemiyorum. Bütün bir sezon boyunca ne zorluklarla, ne sıkıntılarla elde edilen başarılar, bir çırpıda gölgelenmeye çalışılıyor. İşte böyle ilginç bir ülkede yaşıyoruz, ne yazık ki.

24 Ağustos 2011

23 Ağustos 2011

Türk Futbolunda Devrim (!) : Play-Off Statüsü

Bugün Mehmet Ali Aydınlar'ın yaptığı açıklamayla, önümüzdeki sezon Süper Ligde kesin olarak play-off statüsü uygulanacağı kesinleşti. 3 Temmuz'dan bu yana şike soruşturmasında yaşanan onca saçmalıktan sonra, alınan bu karar, olaya neresinden bakarsanız bakın, kabul edilir gibi değil.

Şunu da belirteyim, Mehmet Ali Aydınlar 29 Haziran tarihinde göreve geldiğinde, benim beklentilerim baya yüksekti. O zaman yaptığı açıklamalarla bazı şeyleri değiştireceğinin sinyallerini vermesini olumlu karşılamıştım lakin zaman geçtikte alınan kararların yanlışlığı ve bu en son ortaya çıkan play-off saçmalığı 'pes' dedirtti artık bir yerde. Ayrıca "Bu sistemi deneyeceğiz, sonra belki vazgeçebiliriz" açıklaması için de söyleyecek söz bulamıyorum, tek kelimeyle saçmalık. Kaldı ki benim en çok kafama takılan mesele, bu statü madem bu kadar 'şahane' bir statü, e o zaman neden Avrupa'nın önde gelen liglerinde bu statü kullanılmıyor diye sormazlar mı adama? Üstelik bu statüyü uygulayan ülkeler, baktığımızda futbol açısından hep geri kalmış ülkeler. Andorra, San Marino, Kıbrıs, İsrail gibi ülkelerde uygulanan sistemin Türk futboluna ne kadar katkısı olur, aklım almıyor açıkçası.

Bana sorarsanız bu statünün hayata geçirilmesinde yayıncı kuruluşunda etkisi büyük. Baktılar bu şike soruşturmasından baya zararlı çıktılar, hâl böyle olunca da bu sistemin devreye sokulmasını istediler. Zira bir sene içinde 140 Milyon Dolar zarara uğramış Digitürk. Tabii böyle olunca, bu sezon maç sayısını arttırmayı amaçladılar ve sonuç olarak, akıl almaz bir tablo çıktı karşımıza

20 Ağustos 2011

Arsenal 0-2 Liverpool

İkinci haftada, ikinci puan kaybı. Haftaya ise rakip Manchester United. O kadar eksikle haftaya da Arsenal'ın kaybedeceğini varsayarsak, evet, Arsenal'da kötü gidiş devam ediyor.

Güiza Giderken & Yeni Sezonda Fenerbahçe'nin Forvet Hattı

 Bilgisayarsız geçen iki günün ardından, bugün itibariyle bilgisayarıma kavuştum ve bu iki günlük arada çok ciddi gelişmeler oldu Fenerbahçe adına. En önemli gelişme, Güiza'nın Getafe'ye transfer olmasıydı tartışmasız. Transferi açıklandığında baya ses getiren cinsten bir transfer olmuuştu o zaman. "Mallorca'da şu kadar gol atmış, İspanya milli takımıyla şu kadar gol atmış" diye ballandıra ballandıra herkes bu transferden bahsediyordu, normal olarak. Zira o transfere yüklü bir para ödedikten sonra, beklentiler de bir o kadar yüksekti Güiza'dan. Ama gelin görün ki, Güiza Fenerbahçe'de üç sezon geçirdi ve bu üç sezonda hiçbir şey yapamadan, Getafe'ye transfer oldu.

"Hiçbir şey apamadan Getafe'ye transfer oldu" diyorum ama bir yerde de hakkını yemeyelim. O üç sezonda çok gol atamadı belki fakat, yeri geldiğinde çok önemli gollere imza atan bir oyuncu olarak Fenerbahçeli taraftarların zihninde yer eden bir oyuncu oldu daha çok Güiza. Mesela benim için en unutulmaz Güiza golü, geçen sezon Buca deplasmanında attığı goldür. Yani o maçta o golü atmasaydı sezon sonunda büyük ihtimalle şampiyonluğu Trabzonspor'a kaptıracaktı Fenerbahçe. Güiza bir de tıpkı Kezman gibi derbi maçların adamıydı. Beşiktaş'a karşı attığı goller ve 2009-2010 sezonunda 3-1 kazandığımız Galatasaray maçında attığı üçüncü golü asla unutamam. Velhasıl, artık Getafe forması giyecek Güiza ve gollerini atmaya orada devam edecek.

Güiza'nın vedasından sonra benim merak ettiğim en önemli mesele, Fenerbahçe'nin bu sezon, forvet hattının hangi isimlerden oluşacağı. Bununla beraber Emenike'nin de gelir gelmez takımdan ayrılmasını yan yana koyarsak, Aykut Kocaman'ın elinde forvet hattı için yalnızca iki oyuncu kaldı. Bu oyuncular Niang ve Semih. Transfer sezonunun bitmesine tam 15 gün gibi bir süre var ve Fenerbahçe'nin mutlaka bir ya da iki oyuncu alması gerekiyor o bölgeye. İki oyuncu takviye edilirse, hem Şampiyonlar Ligi, hem de bu yeni lig statüsünde play-off maçlarını da üst üste koyduğumuz vakit, Aykut Kocaman'ın elinin bol olması, takıma elbette daha pek kolaylık sağlayacaktır.

Gerek kalan zaman açısından, gerekse de kendi içimden geçeni söylemek gerekirse, Aykut Kocaman o bölgeye bir oyuncu transfer edip, yoluna devam edecektir diye düşünüyorum.

17 Ağustos 2011

Ah Wenger Vah Wenger

Uzun zamandır böyle bir yazı yazmak istiyordum fakat bir türlü fırsat olmamıştı. Dün oynanan Udinese maçında takımın oynadığı oyuna şahit olunca, dayanamadım ve bu yazıyı yazmaya karar verdim nihayetinde. Hoş, Udinese maçının yalnızca ikinci yarısını izleyebildim ancak, o bile kafamda bir şeylerin şekillenmesine yetti de arttı bile. Benim bu yazıyı yazmamdaki asıl neden, Udinese maçı hakkındaki düşüncelerimi beyan etmek değil, bu yazıyı bir nevi Arsene Wenger'i eleştirme yazısı olarak da algılayabilirsiniz.

Bundan 15 sene önce takımın başına geçtiğinde Arsenal'ı dar bütçesine ve onca sıkıntıya rağmen şu günlere kadar getirmesine ve bugüne kadar kazandırdığı oyuncuları ve bu oyunculardan kazandırdığı paraları asla görmezden gelemem. Böyle bir şey yapmaya kalkışsam, adamı allah çarpar şimdi, gerçekçi olmak lazım yani o konuda. Bugüne kadar Arsenal'a kazandırdıklarının yanında kaybettirdiği bir sürü şey var mesela. Bu durum her yerde böyledir, insanların doğrularından çok, yanlışları hep dikkat çeker ya, işte Wenger için de öyle bir durum söz konusu. En basitinden, takım yedi sezondur tek kupa bile kazanamadı. 2004'te gelen şampiyonluktan belli zaman sonra Emirates'in yapımı falan derken, takım bir süre mali kriz içine girer gibi oldu. İşte o süreçten sonra Arsene Wenger'de kemerleri sıkmak zorunda kalmıştı hâliyle.

Aradan onca zaman geçmesine rağmen Arsene Wenger bu huyundan vazgeçmedi ve kaç senedir takıma adamakıllı transfer yapılmıyor. Takıma yeni oyuncular takviye edilmedikçe de takım daha çok geriye gitmeye başladı ve hâlâ da gidiyor bana sorarsanız. İngilizlerin 'istikrar' konusunda ısrarcı olmalarını da anlayamıyorum ayrıca. Takım kötü gitmesine rağmen, kaç senedir kupa kaldıramamasına rağmen hâlâ yola Arsene Wnger ile devam ediliyor. E o da bir yere kadar artık. Bu saatten sonra Arsene Wenger ile yolların ayrılması gerektiğini düşünüyorum ben. Hem böyle olursa, takıma yine bir yararı dokunur belki.

Bir de son olarak, Wenger'in genç oyuncu fetişizmi çok canımı sıkıyor, bunu da belirtmeden yapamayacağım. Tamam, takımı gençleştirme çabaları yahut geleceğe yatırım olarak transferler yapabilirsin takıma fakat, Wenger bu durumu abartıyor sanki biraz.

16 Ağustos 2011

Anket #1

Blogda yaptığım ilk ankette Tuncay Şanlı'nın İngiltere'de başarılı olup olmayacağını sormuştuk ve buradan çıkan sonuç, Tuncay'ın ikinci İngiltere serüveninde başarılı olacağı yönünde. Tuncay ile ilgili yazdığım yazıda da dediğim gibi, Bolton'da başarılı olmak zorunda. Kariyeri için bu çok önemli çünkü.

14 Ağustos 2011

Newcastle United - Arsenal Maçı Üzerine

Bizde ligler ertelenince futbolsuzluktan düz duvara tırmanır hâle geldik. En nihayetinde uzun bir aradan sonra da Premier Lig bugün itibariyle başladı ve bu futbola olan açığımızı bir nebze olsun dindirecektir. Arsenal ilk hafta Newcastle deplasmanında açacaktı ligi. Geçen sezonun unutulmaz maçlarından olan 4-0'dan 4-4'e gelen maçtan sonra Newcastle deplasmanı muhakkak sancılı geçecekti. 

Arsenal maça bildiğimiz gibi başladı. Hani o geçen sezon erken gol atamayan, beklenen gol bir türlü gelmeyince de sıkıntılar yaşayan Arsenal, bu sezon da kaldığı yerden devam ediyordu ne yazık ki. Bu durumun bir diğer nedeni olarak Newcastle'ın sert savunmasının da etkisinin olduğunu düşünüyorum ben ama Gervinho hamlesine rağmen gol bölgesinde sıkıntı vardı bu maçta. Gervinho hamlesine ilk başta çok sevinmiştim fakat en azından bu maç için konuşmak gerekirse, bariz bir biçimde sınıfta kaldığını söyleyebilirim. Fizik gücü açısından Premier Lig'de tutunabilecek bir yapıya sahip değil şu an için. Çok etkisiz kalıyor, etkisiz kalınca ve diğer oyunculardan ileriye takviye gelmeyince pozisyon üretmekte zorluk çekiyor takım. Bu maçta da genel olarak etkili bir Arsenal izleyemedik yani. 

Topu orta sahadan ileriye taşıyabilecek oyuncu yok şu an takımda. Fabregas'ın takımdan ayrılması orta saha ve hücum hattını çok etkilemiş. Bu çok açık. Arsene Wenger paraya kıyıp o bölgeye transfer yapar mı pek sanmıyorum ama mutlaka yapmalı. Yoksa bu sene kâbus gibi bir sezon olabilir taraftar ve takım açısından. Bir diğer sorun ise tabii ki de Nasri. Onun Manchester City'e gideceği konuşuluyor ve bu maçta yokluğu baya belli oldu. Nasri'nin yerine de transfer yapılmalı kesinlikle.

Maç özeline tekrar geri dönmek gerekirse, 75. dakikaya kadar pek bir hareket yoktu maçta. Tabii Gervinho'nun Newcastle ceza sahasında düşürülmesine kadar. Normalde o pozisyon için çok ağır sözler söylenmesi gerekir ancak bu dakikadan itibaren ne desek boş. Gervinho'ya faul yapılıyor ve muhtemelen o pozisyonda penaltı çalınması gerekirken, Barton'ın yerde yatan Gervinho'ya yaptığı muamele görmezden gelinerek Gervinho'ya kırmızı, Barton'a sarı kart gösteriliyor. Ha, faul pozisyonundan sonra Gervinho'nun Barton'a yaptıklarını da uygun bulmuyorum ancak Barton'ın onca çirkefliğe rağmen sarı kart görmesi kanıma dokundu şahsen. Belki de dünya'nın en iyi ligi'nin hakemleri böyle hatalar yapıyorsa, diğer ülkelerde ve özellikle bizim ülkemizde yapılan hakem hatalarına da pek tepki göstermemek gerekir öyleyse. Peki şimdi ne olacak, Gervinho iki veya üç maç ceza alacak, Barton ise ise hiçbir ceza almadan yoluna devam edecek.. Futbol gerçekten enteresan bir oyun evet. 

13 Ağustos 2011

Fabregas Giderken

Artık Fabregas Barcelona'da. Her ne kadar kabullenemesem de, bundan böyle Barcelona forması giyecek. Nefret ettiğim bir takıma transfer olması elbette canımı sıktı ve üstelik bu şekilde Arsenal'dan ayrılması çok kötü oldu belki ama er ya da geç mutlaka bu takımdan kopacaktı ve o erkenden ayrılmayı tercih etti maalesef. Ne diyelim, şu saatten sonra söylenecek pek fazla söz de yok hani. "Yolu açık olsun" demekten başka...

12 Ağustos 2011

İngiltere Yolları Taştan : Tuncay Şanlı

Açıkçası bu transfer resmiyet kazanmadan önce Tuncay'ın İngiltere'ye döneceğine ihtimal vermiyordum pek. Ama bugün itibariyle transfer netlik kazandı ve Tuncay için İngiltere yolları tekrardan açıldı. İyi mi oldu kötü mü oldu net bir fikrim yok açıkçası. Çünkü bundan önce İngiltere'de Middlesbrough ve Stoke City'de forma giymişti ve bu iki kulüp Tuncay'ın kariyerine yarardan çok, zararı oldu. Stoke City'e kıyasla Middlesbrough'nun Tuncay'ın kariyerine öyle aşırı derecede darbe vurduğunu söyleyemeyiz aslına bakarsanız. Bana göre Middlesbrough'da fena top oynamıyordu Tuncay ama işte şanssızlığına iki sene sonra takım ligden düştü.

Ardından Stoke City kariyeri de Tuncay için büyük yıkım oldu. Burada da Tony Pulls Tuncay için büyük talihsizlikti, velhasıl burada da tutunamadı. İngiltere'den sonra Almanya'nın yolunu Tuncay, burada da dikiş tutturamadı. Wolfsburg'tan sonra her Fenerbahçeli gibi ben de Tuncay'ın Fenerbahçe'ye dönmesini çok istiyordum elbette ancak o yine Avrupa'nun yollarını tuttu.

 Fenerbahçe meselesine tekrar geri dönmek gerekirse, bu saatten sonra takıma pek faydalı olamayacaktı büyük ihtimalle. Yine de Tuncay'dan söz ediyoruz burada. Kötü oynasa, forma şansı bulamasa bile o özlenen ruh için bile transfer edilebilirdi, lakin olmadı. Bolton'da başarılı olabilir mi olamaz mı bir şey diyemem. Ama yine küme düşme potansiyeli çok yüksek olan bir takıma gittiği kesin. Umarım bu sefer başarılı olur, zira buna çok ihtiyacı var.

11 Ağustos 2011

Türkiye 3-0 Estonya | Emre...

Son bir aydır yaşanan onca şeyden sonra bu yaşananların milli takıma etkisinin nasıl olacağını herkes merak ediyordu. Özellikle ilk yarıdaki futbolu ele alıp konuşacak olursak, iştahlı bir milli takım vardı.  Her ne kadar ilk yarı milli takım için skor açısından çok rahat geçse de, bazı eksiklerin olduğu göze çarpıyor açık bir şekilde. Maçı Ertem Şener anlattığı için en fazla 60 dakika dayanabildim ne yazık ki, maçın kalan kısmını izleyemedim yani. 60 dakikalık bölümde benim gözlemlediğim en önemli nokta, savunmanın bariz bir biçimde aksadığıydı. Hani bu maçta pek belli etmedi kendini ama güçlü bir takım karşısında çok zorlanacak bir görüntü var savunmada. Onun dışında Arda ve Emre sahada yoktu sanki, o derece kötü oynadılar. Arda için bir şey diyemem de, Emre'nin zaman zaman iyi oynamasına rağmen, kötü futbolu gözlerden kaçmadı diyebilirim.

Bunun nedeni ise tamamen taraftardan kaynaklanıyor. Bu yazıda değinmek istediğim asıl mesele de bu. Maç başlıyor ve hakemin düdüğünden itibaren devre sonuna kadar Emre'yi ıslıklamalar, protesto etmeler, yani bir kesim Emre'yi kendince protesto etmeye çalışıyor. Bunu yapanlar tabii ki Galatasaraylı taraftarlar. Bir de maçın Türk Telekom Arena'da oynanıyor olması, tam isabet oldu onlar için. Top Emre'nin ayağına geldiğinde onu ıslıklayanlar, ilk golde penaltıyı kazandıranın ve golü atanın Emre olduğunu unutup, oradaki herkesten fazla seviniyorlar ama, ne ilginç değil mi?

Neymiş efendim, Emre Fenerbahçeli olduğu için değil, zamanında yaptıklarından dolayı ıslıklanmış bu maçta. Geçiniz efendim, bundan daha komik bir bahane olabilir mi? E hadi onu da geçtim, protesto etmek için bu maçı mı buldunuz? Lig başlasın, Emre'yi istediğin gibi protesto edersin, ama bunu milli maçta yapmak, çok yanlış. Tabii bunu insanlara anlatamıyorsun, anlatsan da anlamıyorlar maalesef.

Her şey bir yana, o kadar ıslıklanmasına rağmen soğuk kanlılığını hiç kaybetmeyen Emre'yi de bir yerde tebrik etmek gerekir.

9 Ağustos 2011

Alex Chamberlain Arsenal'da!

Yazıya sürpriz bir giriş yapalım, evet bu oyuncuyu tanımıyorum. Yani kimdir, nedir, nasıl oynar, takıma yarar sağlar mı sağlamaz mı hiçbir fikrim yok. Ama şöyle bir gerçek var. Alex Chamberlain tipik bir Arsene Wenger transferi gibi gözüküyor. Sağdan soldan yaptığım araştırmalara bakarsak, henüz 17 yaşında ve orta sahada sağ kanatta oynuyor. Southampton altyapısından yetişmiş ve Arsenal'a toplam 12 Milyon Sterlin gibi bir paraya mâl olmuş.

 Bu işe neresinden bakarsanız bakın, çok ciddi bir para ödenmiş yani. Ha birkaç sene sonra bir Wilshere veya Wallcott düzeyinde olabilme ihtimali elbette yüksek ama bence çok fazla para ödemiş Arsenal. Benim hayret ettiğim bir diğer konu ise, Arsene Wenger'in 17 yaşındaki bir oyuncuya nasıl bu kadar para yatırmaya razı olduğunu açıkçası benim aklım almıyor pek. Zira bu adamın transfer konusunda çok cimri birisi olduğunu herkes biliyor neticede. Son olarak Chamberlain'in nasıl bir oyuncu olduğu konusunda daha net fikir sahibi olabilmek açısından şu video yararlı olacaktır sanırım.

7 Ağustos 2011

Schalke'nin Sorunu Ne?

Malum, Bundesliga'da maçlar Cuma gününden itibaren start aldı artık. Start aldı almasına da, Schalke için hiç de iyi bir başlangıç olmadı bu hafta. Ligi Stuttgart deplasmanı ile açmak başlı başına bir şanssızlıktı zaten. Zira karşısınızdaki takım Stuttgart ve ne yapacağı belli olmayan bir görüntü içerisindeler genellikle. Nitekim yenilenmiş statlarında ve seyircinin de etkisiyle üç gollü bir galibiyet aldılar Schalke karşısında. Dünkü maç gerçekten kâbus gibiydi Schalke için. Maçın genelinde takımın tam olarak ne yaptığı belli değildi. Herkes kendi havasındaydı diyebiliriz yani. Stuttgart maçı gösterdi ki, takımda geçen seneye kıyasla değişen hiçbir şey yok. Her şey yine çok kötü bir şekilde işlemeye devam ediyor ne yazık ki.

Yapılan transferler, harcanan onca paraya rağmen oynanan kötü futbol ve kötü futbolun getirisi olan üç gol. Gerçi ben olaya biraz fazla kötümser yaklaşıyor olabilirim -ne de olsa daha ligin ilk haftası- ama hani takım için olumlu bir şey söylemek çok zor şu an için. Olumlu bir şeyler söyleyebilmek için kendimi biraz daha zorlayacak olursam, Ralf Fahrmann'ın performansı beni sevindirdi diyebilirim. Onu geldiği günden bu yana bu maçla beraber üç kez izleme fırsatım oldu ve bu üç maç sonunda kafamda oluşan fikir, Neuer'den bile daha iyi bir kaleci olduğu yönünde. Ha, tabii ki erkenden konuşmak doğru olmaz ama benim fikrim bu yönde şu an.


Takım için bir diğer olumlu gelişme ise Fahrmann örneğinde olduğu gibi, Fuchs'un oynadığı oyunda biraz sevindiriyor beni. Ancak gel gör ki, iki veya üç kişinin bireysel çabaları asla yeterli olamıyor tabii. Uzun lafın kısası, Schalke'de ne teknik direktör değişikliği, ne de yapılan transferler etki edebilmiş vaziyette şu an için. Ayrıca son olarak şunu da belirteyim, "böyle olsaydı daha iyi olurdu" demeyi pek sevmem lakin 2006-2007 sezonunda takıma getirdiği hava ve Schalke'yi şampiyonluk yarışının içine sokması açısından Mirko Slomka'yı bir kez daha takımın başında görmek isterim ben. Bu işlerin Felix Magath veya ne bileyim, Ralf Rangnick ile olmayacağı kabak gibi ortada.

6 Ağustos 2011

Arsenal'ın Şampiyonlar Ligi Yolu

Şampiyonlar Ligi'nde üçüncü ön eleme turu maçlarından sonra play-off turu kuraları da bugün itibariyle çekildi. Sıkı bir Arsenal taraftarı olduğum için bu kuradan çıkacak takımı da merakla bekliyordum ve benim şansıma mıdır nedir, gidip Udinese ile eşleşti maalesef. Maalesef diyorum çünkü Udinese'den inanılmaz bir biçimde çekiniyorum nedense. Bunun en büyük nedeni, Arsenal'ın oynadığı futbolun güven vermemesinden kaynaklanıyor olabilir esasında. Evet evet, kesinlikle bundan dolayı Udinese'den çekiniyorum.

Takımın güven vermemesinin tek nedeni bana göre Arsene Wenger'dir. Elinde o kadar imkan varken, hâlâ istenilen transferler ite kaka yapılıyorsa, hakikatten sıkıntı var demektir. Kadro iyi olmayınca, Şampiyonlar Ligi gibi bir turnuvada da başarılı olmak hayâl oluyor ister istemez. Aslında Arsenal için şöyle bir durum da söz konusu. Sen geçen sene ligin büyükbir bölümünde Manchester United ile şampiyonluk için çekiş, artık belli bir zaman sonra yarıştıktan koptuktan sonra takımda bir boşvermişlik havası oluştu ilginç bir şekilde. Bu boşvermişliğin bedeli, ligi dördüncü sırada bitirmek oldu sezon sonunda.

Neyse, bu kadar içimi döktükten sonra şunu da belirteyim yani, Arsenal'ın muhtemel rakipleri arasında Rubin Kazan, Twente, Zürih, Odense gibi takımlar varken, Udinese ile eşleşmek talihsizlik oldu diyebiliriz özetle. Zor da olsa takımın play-off turunu geçeceğini düşünüyorum. İlk maç 16 Ağustos'ta Emirates'de oynanacak ayrıca. Artık bu sene şeytanın bacağını kırmak ve Şampiyonlar Ligi'nde kupayı kaldırmak gerek mutlaka!

31 Temmuz 2011

Van Persie & Gervinho

2014 Dünya Kupası Eleme Grupları

Dünya Kupası eleme grupları bugün itibariyle belli oldu. Kuralar çekilmeden önce doğal olarak milli takımın kolay bir gruba düşmesini istiyordum ve sanırım fena da bir gruba düşmedik. Yani geçen turnuvalardaki gruplara kıyasla, daha kolay bir gruba düştüğümüzü söyleyebilirim. Benim en çok merak ettiğim konu, birinci torbadan rakibimizin kimin olacağıydı. Yunanistan, Norveç ve Hırvatistan gibi takımlar dururken, Hollanda ile eşleştik.

Diğer torbalardan gelen rakiplere bakmak gerekirse de, üçüncü torbadan İsrail veya Belarus'un gelmesini istiyordum ancak oradan Macaristan çıktı karşımıza. Üçüncü torbadan Macaristan'ın çıkması iyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum açıkçası. Euro 2008 elemelerinde de Macaristan ile eşleşmiştik ve o vakit çok rahat kazanmıştık o iki maçı. Tabii şu an durum çok farklı. Şimdi, o zaman olduğu gibi bu kadar pozitif futbol oynayamıyoruz. Bu belki dezavantaj olabilir bizim için. Hollanda'dan sonra grup ikinciliği için muhtemelen Macaristan ile çekişiriz bence.

Dördüncü torbadan İskoçya'yı bekliyordum, Romanya çıktı buradan da. Bu arada belirteyim, kuralar çekilmeden önce twitter'da yaptığım tahminde yalnızca Hollanda ile Andorra'yı bilebildim. Yani o yüzden beklediğim takımları yazıyorum, yanlış anlaşılmasın. Romanya ile aynı gruba düşmemiz çok iyi oldu esasında. Zira artık o eski Romanya'dan pek eser yok şu sıralar. Euro 2008 sonrasında inanılmaz bir düşüş sürecine girdiler ve hâlâ da toparlayabilmiş değiller.

Beşinci torbanın en zayıf takımı şüphesiz Faroe Adaları'ydı. Bu yüzden onlarla eşleşseydik çok güzel olacaktı, ama olmadı.  O torbadan Estonya ile eşleştik nihayetinde. Estonya'nın biraz 'sert kaya' olduğunu belirtmekte fayda var. Pek fazla ön plana çıkan bir futbol oynamıyor belki ama çok büyük sürprizlere imza atabiliyorlar yeri geldiğinde. Macaristan örneğinde olduğu gibi, Estonya ile de Dünya Kupası eleme gruplarında karşı karşıya gelmiştik o zaman ve Talinn'deki maç baya zorlu geçmişti bizim açımızdan.

Altıncı torbanın en zayıf takımları San Marino ile Andorra'ydı, buradan da Andorra ile eşleştik ve açıkçası bu beni oldukça sevindirdi. Milli takımın uzun bir süredir böyle 'çantada keklik' rakiplerle eşleşememe sorunu vardı, neyse ki bu sefer şeytanın bacağını kırdık. Andorra ile yapacağımız iki maçta 6 puanımız garanti olacak yani.

Öte yandan grubun sıralaması ile de iki kelam laf etmek gerekirse, Hollanda bu grubu kesin lider tamamlayacaktır. Hatta ben 10'da 10 yapacaklarını düşünüyorum. Macaristan ile biz ikincilik için çekişiriz ancak bizi ne kadar zorlayabilirler, işte o biraz tartışılır. Geri kalan sıralamaysa Estonya, Romanya ve Andorra şeklinde olur.

29 Temmuz 2011

Emmanuel Emenike Spartak Moskova'da

Her şeyden önce çok sürpriz bir gelişme oldu Emenike'nin Spartak Moskova ile anlaşması. İki ay önce 9 Milyon € karşılığında Karabükspor'dan transfer edilmesi baya tepki toplamıştı. "Bu adama bu kadar para verilmez, çok yanlış hamle" gibi bir sürü eleştiriye sebep oldu bu transfer. Söylenen o kadar şeyden sonra 3 Temmuz'da patlak veren malum şike soruşturmasında Emenike'nin de adının geçmesi, insanların üzerinde "noluyoruz?!" etkisi yarattı hâliyle. O kadar laf söylendi yine Emenike için. Yok neymiş efendim, para sayarken ki görüntüleri varmış da, teşvik primi almış gibi bir ton asılsız iddia yer aldı gazetelerde. Neyse ki bu söylenenler havada kaldı ve Emenike bir süre sonra serbest bırakıldı.

Yaşanan onca şeyden sonra hangi oyuncu bu ülkede forma giymek ister ki? Doğal olarak da Emenike en doğrusunu yaptı ve Rusya'ya transfer oldu dün itibariyle. Yalnız bu transfer benim aklımı kurcalamadı değil. Tamam burada futbolcunun kendi kararı da çok önemli mutlaka ancak Fenerbahçe bu oyuncuyu alelacele elinden çıkartmasının mutlaka bir nedeni olmalı. Aklıma gelen en önemli ihtimal, büyük olasılıkla yönetim takımın küme düşeceğini biliyor ya da tahmin ediyor olmalı ki, bu yüzden Emenike'yi satma kararı alsın. Yoksa 1 Milyon € için Fenerbahçe kolay kolay oyuncu satmaz. Ki ilk defa böyle bir durum ile karşılaşıyoruz. Ayrıca unutmadan şunu da söyleyelim, bu transferden en kârlı çıkan takım Karabükspor oldu şüphesiz. Yapılan anlaşma gereği Fenerbahçe'den 2 Milyon € alacaklar ve bu da onlar için çok önemli bir para.

Emenike'nin transfer olduğu ülkede biraz kafaları kurcalamıyor değil hani yine. Bu transfer gerçekleşmeden önce Emenike'nin önünde iki seçenek vardı. Ya Yunanistan'a, ya da Rusya'ya transfer olacaktı. Bu iki ülkede şike, teşvik primi açısından Türkiye'den pek farklı olduklarını söyleyemeyiz. Yunanistan'da geçtiğimiz günlerde iki kulüp birinci ligden düşürüldü ve Rusya'da ise şike operasyonunun başladığı yönünde haberler var. Umarım Emenike yağmurdan kaçarken doluya tutulmaz. Son olarak ; yolun açık olsun Emenike...

27 Temmuz 2011

Cezalar Cezalar

"Taraftarların çirkin tezahüratları nedeniyle  kulüplere verilen seyircisiz oynama cezası futbola yakışmıyor. Bir sporsever olarak ben de seyircisiz maçtan zevk almıyorum. Futbol taraftarsız olmuyor. Bunu ağırlaştırılmış para cezasına dönüştürebiliriz. Konuyu hukukçu arkadaşlarımla değerlendirip, yeni sezon öncesi değişikliğe gidebiliriz"

Bu açıklamayı yapan kişi Mehmet Ali Aydınlar ve aradan bir ay bile geçmeden Fenerbahçe'ye, Shaktar Donetsk maçında çıkan olaylardan dolayı iki maç seyircisiz oynama cezası veriliyor. Bu durum sizce de biraz ilginç değil mi?

26 Temmuz 2011

İzledim #3 : Tünel

Öyle çok fazla film izleyen birisi değilim belki ancak izlediğim filmleri de elimden geldiğince buraya da yazmaya çalışıyorum. Bu sefer izlediğim filmin adı ; Tünel. Öncelikle şunu söylemek gerekirse, korku filmi izlemeye bayılan birisi olarak, bu filmi de çok sevdim. Hoş, sağda solda birçok olumsuz yorum yapılmış bu filmle ilgili olarak ama güzel olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.

Konuya girmeden önce şunu belirteyim, hani filmi merak edip izlemek isteyenler varsa, bu yazının devamında istemeden spoiler verirsem -ki vereceğim büyük ihtimalle- şimdiden kusura bakmasınlar. 2007 yılında Sydney'de New Soth Wales hükümeti, acele bir kararla St. James metro tünelini kullanım planından vazgeçmiştir. E tabii durum böyle olunca, 2008 yılında araştırmacı gazeteci  Natasha Warner bu olayın peşine düşer ve kendisine dört kişilik bir ekip hazırlar. Sonrasında da malum, tünele girerler ve olaylar gelişir.

Filmin birçok ilginç yanı var. Benim izlediğim Rec serisinde ve Son Ayin filminde olduğu gibi, bu filmde de amatör kamera ile yapılmış tüm çekimler. Bir diğer ilginç özellik ise, filmin biraz belgesel tadında olması. Ana karakterlerin ara ara başlarından geçen olayları anlatmaları ve tüm olaylar yaşanmadan bu karakterlerin akıbetinin belli olması, işin heyecanını kaçırıyor biraz ama olsun, yine de sürükleyiciliğini yitirmiyor diyebilirim.

Bu film net bir biçimde her açıdan hem Rec serisinden, hem Son Ayin'den, hem de Paranormal Activity'den harmanlanarak izleyicinin önüne sunulmuş. Film her ne kadar sürükleyici olsa da, hani "olmamış" dedirten yönleri de var elbette. Ana karakterler tünele indikten sonra bir canavar ile karşı karşıya kalıyorlar ancak bu canavarın üzerine pek düşülmemiş. Yani film esnasında çok az karşımıza çıkıyor. En güzel kısım ise, filmin sonuydu bana göre. Filmin sonunda bu olayın yaşanmış bir olaydan esinlenilerek yapılmış olması beni çok etkiledi. Yine filmin sonunda bu karakterlerin şu an ne durumda oldukları ve polisin soruşturmanın üzerine pek düşmemiş olmaması, ilgi çekici.

25 Temmuz 2011

Kim Bu Çocuk?

Tahmin etmek o kadar zor değil sanırım. Yine de yorumlarınızı bekliyorum. :)

23 Temmuz 2011

Tasarım

Uzun zamandır blogun temasını değiştirmek istiyordum ancak kafama yatan bir tema bulamadığım için değiştiremiyordum bir türlü. Neyse ki bugün biraz uğraştıktan sonra bu temayı çıkarttım ortaya. Bana sorarsanız gayet güzel oldu. Bir önceki temadan bin kat daha iyi oldu hem de. Sağolsun http://rovessciata.blogspot.com'dan Bekir Öktem bana güzel bir banner da tasarladı ve ortaya böyle bir şey çıktı işte. 

22 Temmuz 2011

Bir Yere Kadar

3 Temmuz'dan itibaren başlayan malum şike operasyonunda bir sürü şeyler yazıldı, çizildi ve insanlarının önüne servis edildi. Tabii bu yazılanların neredeyse hepsi asılsız, gerçek dışı haberlerdi. Yani çoğu gazete ve televizyon "haber yapayım da, nasıl yaparsam yapayım" mantığı ile hareket etti. E sen öyle hareket edersen, daha ortada hiçbir şey yokken bir ton yalan yanlış ve taraftarın tepkisini çekecek haberler ve yazılar yayınlarsan, işte sonu böyle olur. 

Bir yerde taraftarında tepkisini bir şekilde ortaya koyması gerekiyordu ki, Shaktar maçı bu bağlamda tam bir fırsat maçıydı. Dün akşam oraya gelen taraftarların hemen hemen hepsi yaşanan gelişmeleri protesto etti. Yani sahada oynanan futbol kimsenin umrunda değildi pek. Tepki hususunda bana sorarsanız taraftar -bir yerde- yerden göğe kadar haklı. Zira şu an insanların üzerinde inanılmaz bir gerginlik var ve hâl böyle olunca ilk hedef basın mensuplarıydı. Bir şekilde basın mensuplarını stattan dışarı çıkartmayı başarmaları tamam da, foto muhabirlerinin ne suçu vardı, ona pek anlam veremedim ben. Kurunun yanında yaşta yanar misali, onlarda tepkilerden nasiplerini aldılar maalesef.

Bir yere kadar taraftarın göstermiş olduğu tepki doğru ve yerinde dedik ama, 60. dakikadan sonra olan olaylar için ne desem boş. Sen o dakikaya kadar güzelce tepkini gösterirken, birkaç kendini bilmezin -evet kendini bilmez diyorum artık- sahaya atladı ve o andan itibaren her şey arapsaçına döndü. Sahaya girenlerin amacı neydi bilmiyorum. Hayır, sahaya girince ne oluyor sanki? Sadece kulübüne zarar vermiş oluyorsun. Belli bir zaman sonra artık neredeyse tüm taraftarlar sahaya girince, güvenlik güçleri de pes etti bir zaman sonra. Dediğim gibi, bu sahaya girme olayının takıma zarar vermekten başka hiçbir katkısı olmadı. Bir nevi bu olayla beraber haklıyken haksız durumuna düştük ne yazık ki.

Her şey bir yana, taraftarın ruh hâlini bilmeden etmeden sadece yorum yapmak için yorum yapan diğer takım taraftarlarını anlamak gerçekten çok güç. Ama bu günler elbette bitecek ve zamanı geldiğinde bu boş yorum yapan diğer takım tarafları zamanı geldiğinde olur da bizim gibi böyle zor duruma düşerlerse, lütfen o zaman bizden saygı falan beklemesin. Bugün bize, yarın size ne de olsa...

19 Temmuz 2011

Fenerbahçe 2011/2012 Sezonu Formaları

Formaların tanıtımı geçtiğimiz günlerde yapılmıştı ancak kafamda planladığım yazıyı yazma fırsatını şimdi bulabildim. Zaten formaların tanıtımı birkaç gün önce yapılmıştı fakat daha bugün itibariyle satışa sunuldu. Sezon öncesinde formalar tanıtılmadan önce insan ister istemez bir heyecana kapılıyor. Yani en azından ben de öyle oluyor, bilmiyorum. Bu sene de aynı heyecanla formaların satışa çıkmasını bekledim ama ne yalan söyleyeyim, formalar biraz hayal kırıklığına neden oldu ben de. Tabii böyle dediysem, yanlış olmasın bu durum. Satışa sunulan dört formadan üç tanesini de beğendim fakat ne bileyim, bir eksiklik var sanki formalarda.

Çubuklu forma yine bildiğimiz gibi. Bu forma hakkında öyle uzun uzun yazılacak bir durum yok. Yine de belirtmeden geçmeyelim ama ; bu sezonki çubuklu formada birkaç değişiklik yapılmış. Göze çarpan en belirgin değişiklik ; çubuklar biraz daha kalınlaştırılmış geçen sezonki formaya kıyasla. Kol kısmında geçen sezona oranla değişikliğe gidilmiş yine ve bence bu hâliyle daha bir güzel olmuş bu sezon.

Tek Yıldız forma beni biraz şaşırttı açıkçası. "Ne açıdan şaşırttı?" diye soracak olursanız, böylesine değişik bir formayla karşılaşınca insan doğal olarak biraz çekinerek bakıyor bu formaya. Net bir biçimde Arjantin formasını andırdığını da belirtelim.  Arjantin formasından farkı şu ; amblemlerin bulunduğu kısımlardaki çubuklar biraz daha kalın ve o da ilginç bir görüntü yaratmış formanın üzerinde. Çubuklu'dan sonra almayı düşündüğüm forma bu esasında. Ama öncelik çubuklu da tabii yine de.

Altın Zırh ise tamamen hayal kırıklığı. Benim fikrimce hiç olmamış. 2004-2005 sezonunda buna benzer bir forması vardı Fenerbahçe'nin, sanki ona benzetmeye çalışmışlar ama gerçekten olmamış. Tazının başında zaten "Dört formadan üç tanesini beğendim" dememin sebebi de bundan kaynaklanıyor.

Sarı Kanarya forma için ise, güzel olmuş diyebilirim. 2005-2006 sezonunda Anelka'nın oynadığı sezon tasarlanan formanın neredeyse bir benzeri. Hatta 2008-2009 sezonundaki Neon formaya da biraz benziyor bence. Özetle ; Altın Zırh hariç, diğer tüm formaları beğendim. Çubuklu yine birinci sırada ve bir aksilik olmazsa yarın formamı almaya gideceğim. Ayrıca bu sezon formalarda Adidas'ın yeni teknolojisi olan ClimaCool özelliği de kullanılacakmış. Bu teknolojinin esprisi ise, olası terlemeye karşı o bölgeyi bir nevi havalandırıyormuş.

18 Temmuz 2011

Mucizenin Adı : Japonya

Dünya Kupası başlamadan evvel çıkıpta "Bu kupayı Japonya kazanır" deseydiniz, size bariz bir biçimde gülerdi herkes. Ancak grup maçlarından, finale kadar olan süreçte neredeyse her maçta çok güzel top oynadılar. Tabii buna rağmen ben finale kadar geleceklerini hiç sanmıyordum. Çeyrek finalde Almanya'yı eledikten sonra bazı şeylerin sinyallerini vermişlerdi ama yine de işleri zordu. Yarı finalde İsveç'i de eleyince, artık önlerinde yalnızca bir maç kalmıştı ve o maçta da rakip ABD'ydi. 

Nereden bakarsanız bakın, ülke olarak toplam 7 milyon lisanlı kadın futbolcuya sahip bir takımla karşı karşıya geleceklerdi. Ben maç öncesinde doğal olarak ABD'yi favori görüyordum ve maça da beklenildiği gibi başladılar. Maç boyunca yakaladıkları pozisyonları değerlendirebilselerdi, ABD için çok rahat bir final maçı olacaktı büyük ihtimalle lakin olmayınca olmuyor işte. Japonya uzatmalara kadar direndi bir şekilde ve buna rağmen 104'de Morgan'ın golü her şeyi değiştirmişti onlar için.

 Tâ ki 116'da Sawa sahneye çıkana kadar. Hoş, maç 2-1 devam ederken ben 113. dakikada uykuma yenik düşüp maçı kapatmıştım ve penaltıları görememiştim ama Japonya gerçekten büyük bir işe imza attı dün akşam. Haklarını teslim etmek lazım sonuna kadar. Ayrıca "Altın Eldiven" ödülünü Hope Solo kazanmış dün akşam. Onu da tebrik edelim unutmadan.

10 Temmuz 2011

Dram

"Öyle oldu böyle oldu" derken, Kadınlar Dünya Kupası'nda çeyrek final maçlarını da yarıladık dün itibariyle. İki maç vardı dün ve bu oynanan iki maçta rahatlıkla hakkını verdi diyebilirim. Maç sırasına göre gidecek olursak ; günün ilk maçı İngiltere-Fransa'ydı. İki takımın arasında öyle baktığımız zaman pek aman aman bir güç farkı yoktu belki ancak Fransa biraz daha ön plandaydı. Hatta bunu çeyrek final maçlarını değerlendirirken de söyledim. Gerçi her ne kadar Fransa'yı favori görsem de, maça iyi başlayan taraf İngiltere olmuştu ve beni bir nevi ters köşeye yatırdılar oynadıkları oyunla. Maça Fransa'ya nazaran daha istekli başladılar. Üzerine bir gol de bulunca, kendi kendime "artık İngiltere bu maçı vermez" dedim ama beni yine yanılttılar.

Ayrıca İngiltere'nin attığı gole de biraz değinecek olursak, bu turnuvada şu güne kadar o kadar gol atıldı ve atılan gollerin bir çoğu güzeldi ancak bu gol yani Jill Scott'un golü ayrı bir güzeldi bana göre. Öbür yandan Bussaglia'nın attığı gol de şahaneydi. Onun da hakkını yemeyelim şimdi.

Bir de ben Kelly Smith için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Kendisi gerçekten çok büyük bir oyuncu. Bunu bir kez daha ispatladı dün. İngiltere'nin maçta değişiklik hakkı bitmişti ve hâl böyle olunca sakat sakat, tek ayakla bütün devre oynamasını takdir ettim. Üzerine penaltı atışlarında da penaltıyı gole çevirmesi tek kelimeyle ; inanılmaz. Ancak penaltılar sonunda kazanan Fransa'ydı işte. İngilizler tam kazanacakken, bir an da kaybeden taraf oldular.

Günün son maçı Almanya-Japonya maçıydı. Bu maç için benim gözümde kesin favori Almanya'ydı ancak o maçta da ters köşeye yattık. Gerçi Almanya'nın şu güne kadar oynadığı futbolla Japonya'yı elemesi çok zor bir olasılık olarak görülüyordu ve nitekim Japonya maçı onlar için yolun sonu oldu artık bir yerde. Almanya için eleştirdiğim bir konu var. Silvia Neid tamam büyük hoca vs. falan ama bu turnuvada bence çok büyük yanlışlar yaptı. Bajramaj mesela. Bütün turnuva boyunca Bajramaj'a çok az forma şansı verdi ve en azından biraz daha şans tanısaydı, biraz daha farklı olabilirdi belki şu an durum. Keza aynı şekilde Popp konusunda da -Japonya maçı için söylüyorum bunu- maçın sonlarına doğru oyuna sürmesi yanlıştı. Tabii böyle diyoruz biz ama giden gitti artık. Japonya'da çok önemli bir iş başardı hakikatten. Haklarını teslim etmek lazım. Bundan sonra yarı finalde ne yaparlar bilemiyorum fakat bu turnuvada şu an itibariyle büyük işlere imza attılar bile.

Bir Kare #5

Japonya-Almanya maçından... 108. dakikada Maruyama topa vuruyor ve sonrasında Almanya kupaya veda ediyor. Ne diyelim, yazık oldu.

7 Temmuz 2011

Kadınlar Dünya Kupası & Çeyrek Finaller

Gündem o kadar yoğun olmasına ve bununla beraber yazacak o kadar şey olmasına rağmen, pek ilgilenmemeye çalışıyorum malum şike soruşturmasıyla. Zira henüz ortada kesin bir şey yok ve şimdi ne yazsak, havada kalma ihtimali çok yüksek çünkü. Onu şimdilik bir tarafa koyup, Kadınlar Dünya Kupası'na odakladım kendimi şu an. Bildiğiniz üzere -takip edenler bilir- grup maçları dün itibariyle sona erdi ve turnuvayı yarıladık diyebiliriz. Şunun şurasında 10 gün gibi bir süre kaldı çünkü.

İngiltere - Fransa

Turnuva başlamadan önce favori gördüğüm takımlardan birisiydi İngiltere. Ancak maçlar başlayınca ve İngiltere'yi  adamakıllı izledikten sonra bu fikrim değişti. Kadro kalitesi açısından çok iyi isimlere sahipler eyvallah ama üç maç geride kaldı ve bu üç maçta istenilen oyunu sergileyemediler bir türlü. Takımda Kelly Smith bir şeyler yapmaya çalışıyor ama o da bir yere kadar yani. Takımda Kelly Smith'e ayak uyduracak başka isim yok diyelim kısacası. Belki Fara Williams ve Faye White bir şeyler yapmaya çalışıyor ancak yeterli olmuyor o da.

Fransa turnuvanın açılış maçında Nijerya karşısında vasatın üzerine çıkamamıştı lakin onlar da ikinci ve üçüncü maçlarda toparladılar durumu. Gerçi son maçta Almanya'ya karşı kaybettiler ancak yine de fena top oynamadılar bence. Grup maçlarında Fransa için ön plana çıkan isimlerin Delie ve Necib olduğunu da söyleyelim. Necib'e ayrı bir parantez açmak gerekirse, oyun yapısı Nasri'ye çok benziyor. Bunu daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum. Bu eşleşmede iki takım arasında pek güç farkı olmamasına karşın, ben Fransa'nın tur atlayacağını düşünüyorum.

Almanya - Japonya

Almanya bu turnuvanın mutlak favorilerinden. Gerçi favori dediğime bakmayın, yalnızca kağıt üzerinde favoriler şu an. Grup maçları boyunca hiç öyle iç açıcı bir futbol oynamadılar. Bunun en büyük nedenlerinden birisi, Fatmire Bajramaj'ın takımla yaşadığı sorun. Fatmire Bajramaj kötü oynayınca, hâliyle bu durum takıma da yansıyor ve ortaya böyle kötü futbol çıkıyor. Hatta söylentilere göre takım arkadaşları Bajramaj'a oyun içinde pas atmamak için sözleşmişler. Tabii bu ne kadar doğru, bilinmez. Yine de bir sıkıntı olduğu gerçek.

Bajramaj istenileni veremedi dedik ama Almanya öyle tek bir oyuncuya bağlı bir takım değil. Hani Bajramaj kötü oynasa Grings, Popp veya ne bileyim, Kim Kulig falan sahneye çıkıyor. Ki çeyrek finale maç kaybetmeden gelmelerinde takım oyununun etkisi oldukça fazla.

Japonya ise bu turnuvanın en dirençli, en iyi futbol oynayan takımlarından birisi. Onlar da takım oyununu çok iyi oynuyorlar. Ben Japonya'nın yalnızca bir maçını takip edebildim bugüne kadar fakat izlediğim maçta Nagasoto'yu çok beğenmiştim. Ayrıca Japonya için şunu da söylemek gerekirse, İngiltere'ye kök söktüren Meksika'ya dört tane salladıklarını da hatırlatalım. Almanya karşısındaki şanslarına değinmek gerekirse de ; tur atlamaları zor şu aşamada ancak, imkansız değil.

İsveç - Avustralya


'Kısmetli takım' benzetmesi ne kadar doğru bilemem ama son maçta ABD'yi yenip Avustralya ile eşleşmeleri gerçekten büyük şans oldu İsveç için. Ha, son maçta kazanan ABD olsaydı aynı şeyi onlar için de söyleyecektik. Çünkü "Brezilya ile mi yoksa Avustralya ile mi eşleşmek isterseniz?" diye sorsalar, herkes Avustralya'yı tercih eder. Nedeni ise çok basit, Avustralya daha tecrübesiz bir takım Brezilya'ya göre. Yanlışım yoksa, tarihlerinde ikinci kez çeyrek finale çıkmışlar. İsveç karşısında neler yapacaklar, bakalım bekleyip göreceğiz.

İsveç, grup maçlarında fena top oynamadı. Kötü oynadığı maçları bile kazanmasını bildi. Bu açıdan biraz kendilerini zorladılar ve Avustralya ile eşleşmeleri onlar için büyük bir şans oldu. Grup maçlarında takımın en önemli oyuncusu olan Lotto Schelin'in gol atamaması onlar için büyük sıkıntı yarattı belki ama bence bu şanssızlığını Avustralya karşısında kıracaktır mutlaka.

Brezilya - ABD


ABD'nin en kısmetsiz takım olduğundan söz etmiştim yukarıda. Çünkü Brezilya ile eşleştiler. Bu turnuvanın en güçlü favorilerinden biriyle. Gerçi şimdi haklarını yemeyelim, kötü futbol oynamadılar grup maçları boyunca ancak ne yaparsanız yapın, karşınızdaki takım Brezilya. Ben şahsen çok fazla şansları olduğunu sanmıyorum ama göreceğiz yine de.

Brezilya'dan ise o kadar uzun uzun bahsetmemize gerek yok sanırım. Bu takımda Marta'nın tek başına gösterdiği performans bile onlar için yeterli olacaktır. Yani Marta gününde olursa, Brezilya'nın pek tutulma şansı olmaz. Hele bir de o gün takım olarak çok iyilerse, rakip takım için büyük sıkıntı olur.

6 Temmuz 2011

Bir Kare #4

Muhtemelen Almanya karşısında alınan 4-2'lik mağlubiyetin ardından...

5 Temmuz 2011

Sabır

Söylenecek, yazılacak o kadar şey var ki aslında, ama şu an hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden. Yalnız şöyle bir durum var ki ; her ne olursa olsun, eğer ortada bir suç varsa, suçlular mutlaka cezalandırılmalı.. Gerçi her türlü durumda olan yine Fenerbahçe'ye olacak ya, neyse. Hadi onu geçtim, bütün bir sene boyunca sarf edilen emeğe, çabaya kısacası her şeye yazık olacak. Ha, olur da Fenerbahçe bu davanın sonunda küme düşürülürse, en azından kendi adıma söylemeliyim ki, takımımı yine aynı şekilde destekleyeceğim ve maçlara gideceğim. Değişen bir şey olmayacak yani...

1 Temmuz 2011

Arsenal'da Transfer Bitmez (!)

Blogda kadınlar futboluna o kadar yüklendikten sonra, e artık bir yerde erkekler futboluna da bir pası atmak lazımdı ve Arsenal'daki transfer belirsizliği artık benim de canımı da sıkmaya başlamışken, bu yazıyı yazmaya karar verdim. "x kulübünde transfer bitmez" söylemi son zamanların en büyük klişelerden birisidir herhâlde. Arsenal'ı bir kenara koyarsak ve diğer Avrupa kulüplerine bakarsak, onlar çatır çatır transferler yaparken, Arenal'da henüz daha çıt yok maalesef.

Gerçi şimdi hakkını yemeyelim, bugün Barcelona altyapısından Hector Bellerin ve Jon Toral'ı renklerine bağladılar ama bu transferlerin ne derece yeterli olduğu tartışılır. Onun haricinde Charlton Athletic'ten Carl Jenkinson, Lorient'den Coquelin ve Botelho'yu renklerine bağladı Arsenal ama bu isimler yeterli isimler değil. Her şeyden önce 'geleceğe yatırım' için yapılmış transferler diyebiliriz bunlar için. Yani bu isimlerle başarının gelmesi şu aşamada imkansız.

Öte yandan bir de Gervinho meselesi var tabii. O transferde tam bir yılan hikâyesine dönüştü maalesef. "Ha geldi, ha gelecek" derken, o transferde tam bir arapsaçı oldu kısacası. Ben şu açıdan Arsene Wenger'i anlamıyorum. Hani tamam, Gervinho gibi bir adamın Arsenal'a transferi gerçekleşirse çok çılgın bir transfer olacaktır muhakkak ama, takımın kaleci sorunu yaşadığı kabak gibi ortadayken, diğer mevkiler için transfer konusunda ısrarcı olmasına anlam veremiyorum. Buradan şu sonuç çıkartılmasın tabii ki de ; Gervinho veya ne bileyim, herhangi bir isimden önce transferde öncelik kaleciye verilmeli bana göre.

Hep gelmesi muhtemel oyuncuları konuştuk, biraz da Arsenal'dan gitmesi muhtemel isimleri konuşmak lazım. Şu an takımdan gitmesi en muhtemel isim Fabregas. Bunu herkes biliyor. Aylardır bu transfer konuşulup durdu. Hatta artık kabak tadı vermeye başladı diyebilirim. Şayet transfer gerçekleşirse, Arsenal'ın kasasına ciddi bir para gireceği kesin. Bu transfer için bir yandan gerçekleşmesini, öte yandan da gerçekleşmemesini istiyorum. Umarım en kısa zamanda bir sonuca bağlanır bu transfer.

Son olarak ise, Samir Nasri'nin de takımdan ayrılacağı söyleniyor. Onun kesinlikle takımdan ayrılmasını istemiyorum. Zira olur da Arsenal'dan ayrılırsa, Manchester City'e transfer olacağı söyleniyor. Para için de olsa Manchester City'e gitmesi çok mantıksız. O yüzden Wenger'in Nasri'yi ne yapıp edip, takımda tutması şart.

29 Haziran 2011

'Kaçan Balık' Büyük Olur : Servet Uzunlar

Esas değinmek istediğim konuya geçmeden önce şunu belirteyim öncelikle. Son bir haftadır blogda sürekli Dünya Kupası'nı ele aldığım bir gerçek. Bu durumdan ben bir bakıma memnunum ama, memnun olmadığım durumlarda var muhakkak. Bu durumun böyle olmasında, yazacak pek fazla konu olmamasının da etkisi var bir de. Uzun lafın kısası ; yazacak konu olmadığı için bu aralar Dünya Kupası'na yüklendik efendim. Bunu da belirtmek istedim yani.

Neyse, o meseleyi bir kenara koyup, asıl değinmek istediğim konuya geçeyim en iyisi. Bu yazıyı yazmamda bugün oynanan Brezilya-Avustralya maçının etkisi oldukça fazla. Zira orada izlediğim Servet Uzunlar beni oldukça etkiledi. Hani oynadığı oyundan ziyade, bir Türk oyuncunun Türkiye milli takımında değil de, başka bir ülkenin milli takımında forma giyiyor olması, hep benim canımı sıkmıştır. Erkeklerde en yakın örnek olarak, Mesut Özil'de olduğu gibi. Ama bir yerde de kendinizi o oyuncunun yerine koyduğunuz zaman, o oyuncuya hak veriyorsunuz ister istemez.

Oturup düşündüğünüz vakit, Avustralya'da doğmuşsunuz ve doğduğunuz ülkenin formasını giymek sizin en doğal hakkınız. Ama biz olaya hep duygusal yönden baktığımız için, insan biraz üzülüyor yani. Ben de Servet'in yerinde olsam, Avustralya milli takımında oynamayı tercih ederim şahsen. Çünkü kalkıp Türkiye'de oynasan, kendini geliştirme fırsatın olmaz bu şartlarda. Aslında bizim bu olaylardan ders çıkartmamız gerekirken, hâlâ akıllanmıyoruz. Bu ve bunun gibi örnekleri görmemize rağmen, kadınlar futbolunda bazı şeyleri değiştirmek yerine, oturup öyle bakıyoruz anca.

Şunu da belirteyim ayrıca. Şimdi yeni bir moda çıktı son birkaç gündür. Bazı kişiler, bilmediği daha doğrusu takip etmediği spor dallarında "ulemalık" tasladığı yönünde şeyler söylendi durdu. Bu ve bundan önce kadınlar futbolu ile ilgili yazdığım yazılar öyle algılanmasın lütfen. Kaldı ki Servet Uzunlar'ı ben ilk kez izlemiyorum. Bundan önce de bu sezon Fortuna Hjörring'in birkaç kez Şampiyonlar Ligi maçını izleme fırsatını bulmuştum ve Servet Uzunlar'ı da orada izlemiştim.

Servet'in kendisinden de bahsetmek gerekirse, Sidney doğumlu olduğunu söylemiştik ve kendisi 1989 doğumlu. Servet için şöyle ilginç bir durum var ki, Harry Kewell'ın bile kabul edilmediği Avustralya Spor Enstitüsüne bir şekilde kabul edilmiş. Zaten sonrası da bildiğiniz gibi, orada yetiştikten sonra bugüne kadar gelmesini bilmiş ve şu an kendisi Dünya Kupası'nda forma giyiyor.

28 Haziran 2011

İlk Maçlar = Hayal Kırıklığı

Kadınlar Dünya Kupası'nın üçüncü gününü bugün itibariyle geride bıraktık ve bu üç gün boyunca toplam altı maç izledik. Bu üç gün boyunca zevkli maçlar da izledik elbette ama genel görüntü ; mücadele açısından vasat, skor açısından ise kısır maçlardı genel olarak. Kaldı ki oynanan altı maçta toplam gol sayısının on iki olması, bu durumu net bir biçimde gözler önüne seriyor. Atılan gol sayısı bir yana, oynanan oyunun hâyâl kırıklığı yaratması biraz üzücü tabii. Çünkü insan Dünya Kupası'nda kaliteli, tempolu maçlar seyretmek istiyor doğal olarak. Ama biraz da bunu daha turnuvanın ilk maçları olduğu için oyuncuların turnuvaya uyum sürecine bağlayabiliriz bir ihtimal.

Takımların oynadığı vasat oyunun yanında, hani belli beklentilerin olduğu isimlerin de ilk maçlarda kendilerinden beklenen oyunu sahaya yansıtamamaları da ayrı bir konu. Mesela Almanya, Kanada karşısında kazanmasına rağmen kötü futbol oynadı. Maç sonunda Silvia Neid'ın yüz ifadesi pek iç açıcı değildi doğrusunu söylemek gerekirse. Almanya'nın iyi oynayamamasından ziyade, Fatmire Bajramaj'ın da süre aldığı bölümde de istenileni verememesi onlar için sıkıntı yaratabilir ilerleyen maçlar için.

Turnuvanın bir diğer favorisi olan İngiltere'de de aynı durum Kelly Smith için geçerli. Gerçi Kelly Smith bir yana, İngiltere'de takım olarak çok kötü. Hatta onlar Almanya'dan da kötüler şu an için. Kötü diyoruz ama, bir yerde haklarını da yemeyelin şimdi. Dün maçın ilk yarısında biraz iyi oynadılar ama daha üstün olan taraf Meksika'ydı maçta ve maçın sonunda 1-1'lik eşitlik vardı.

Biraz da bugünkü maça değinecek olursak ;ABD genel olarak iyi bir izlenim bıraktı ben de. Bir Almanya veya İngiltere'ye göre daha iyi top oynadılar. Bu oyunu sürekli hâle getirebilirlerse, bu turnuvada en az bir yarı final görme şansları olabilir. .Ayrıca bir de yarın Brezilya'nın maçı var ve o maçta da Marta'yı dikkatlice izlemek lazım. Duruma göre Marta için de özel bir yazı yazabilirim ilerleyen günlerde.

Son olarak şu bilet mevzusu da kafama takılmadı değil hani. Aklıma gelmişken o konudan da söz etmek istiyorum. Turnuva öncesinde satışa çıkartılan tüm biletlerin tükendiği söyleniyordu ancak ilk üç günde izlediğim maçlarda tribünlerde boşluklar çok göze battı. Bugünkü ABD maçında da oldukça fazla boşluklar vardı mesela. Umarım diğer maçlarda bu boşluklara tanık olmaz yine.

27 Haziran 2011

26 Haziran 2011

Nijerya 0-1 Fransa | Açılış

Aylardır beklediğim gün geldi en sonunda ve Dünya Kupası serüveni başladı bugün itibariyle. 23 gün sürecek turnuvada toplam 32 karşılaşmayı izleme imkanı bulacağız. İlk maç yani açılış maçını geride bıraktık ve bu maçın 'vasat' geçtiğini düşünüyorum şahsen. A Grubu'nda Fransa, Nijerya, Kanada ve Almanya takımları yer alıyor ve bu grubun tabii ki de mutlak favorisi tartışmasız Almanya. Almanya'dan sonra ikincilik için çekişmesini beklediğim takımlar Kanada ve Fransa'ydı. Almanya'nın bu akşam kazanacağını vasayarsak, bu iki takımın çekişmesine tanık olacağız sanırım bu grupta. Esasında Fransa'da pek öyle abartılı bir top oynamadı bu maçta ama kazanmaları çok önemliydi ikincilik açısından.

Nijerya ise bu grubun en zayıf halkası. Bu maç için genel beklenti ; Fransa'nın nasıl top oynayacağından ziyade, Nijerya'nın buna nasıl karşılık vereceğiydi. Maçın ilk dakikalarının orta saha mücadelesi şeklinde geçmesi, maçı biraz sıkıcı bir hâle getirmişti ancak ilk 20-25 dakikadan sonra Fransa yavaş yavaş formunu buldu maçta. Fransa'nın hareketlenmesinde Abily ve Necib'in katkısının da oldukça fazla olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Necib'i ben çok beğendim bu maçta. Benzetme ne kadar doğru olur bilmem ama oyun stili biraz Samir Nasri'ye benziyor açıkçası.

Nijerya'da ise beni en çok etkileyen isim Oparanozie oldu. Fizik güç açısından çok kuvvetli bir isim. Aynı şekilde çalım yeteneği de gayet iyi. Bugün Nijerya Fransa karşısında genel olarak pek etkili olamadı belki ama bireysel çabasıyla takımına bir şeyler kazandırmak istedi, olmadı tabii. Nijerya için maçın kırılma anı, yine Oparanozie'nin kaçırdığı pozisyondu kesinlikle. Hani çok net bir gol kaçırdı ama bir yer de "bu kadar da olmaz" dedirtti artık. Yakaladığı pozisyonda biraz daha düzgün vurabilseydi Nijerya için bazı şeyleri değiştirebilirdi bugün.

İkinci yarıda Fransa kendini biraz zorladı ve o istediği golü Delie ile buldu bir şekilde ve golü bulduktan sonra Nijerya'nın direncinin kırılmasıyla yine çok sıkıcı bir maç izledik kısacası. Bu grupta Almanya'dan sonra hangi takımın gruptan çıkacağını gerçekten çok merak ediyorum. O açıdan biraz bekleyip, görelim diyorum.

23 Haziran 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru #4

Yazacak konu olmayınca şu sıralar bol bol video ve fotoğraf paylaşmaya devam ediyorum blogda. Bu işin biraz suyu çıktı gibi, farkındayım ama durum böyle. Kadınlar Dünya Kupası'na 3 gün gibi bir süre kalmışken, turnuvanın şarkısı da belli olmuş.  Şarkıyı Mel C seslendirmiş ve şarkının adı da Rock Me. Bana sorarsanız gayet başarılı olmuş. Bütün turnuva boyunca sık sık dinleriz artık bu şarkıyı.

22 Haziran 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru #3

İnternette öyle araştırma yaparken rastladım bu videoya. İlgimi çekti, ben de blogda yer vermek istedim. Sağ olsun Dağhan Irak'ta izin verdi ve yayınladık sonuç olarak. Ayrıca Lira Bajramaj ne kadar hoş bir kadın değil mi? Hatta olayı biraz abartıp, en beğendim kadın futbolcu diyebilirim kendisi için.

Videonun Kaynağı :  http://tr.eurosport.com

Sezer Öztürk & Fenerbahçe

Bu transferin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tam bir yılan hikâyesine dönecekken, gerekilen hamleler tam zamanında yapıldı ve artık Sezer Öztürk resmen Fenerbahçe forması giyecek böylelikle. Fenerbahçe'nin bu transfer dönemine en hızlı giriş yapan takım olduğunu söylemiştik. Yabancı transfer konusunda şu an Emenike dışında bir durgunluk söz konusu ama, yerli transfer konusunda şu an Türkiye şartlarında alınabilmesi mümkün olan oyuncuları transfer etti Fenerbahçe. Bundan önce Serdar Kesimal, Orhan Şam gibi kadroya katılmıştı ve defansta, taraftarın arzu ettiği, bol alternatifli kadro oluşturulmuştu bir bakıma.

Eh, savunmanın yanında bir de ileriye adam almak gerekiyordu ve nitekim o da alındı. Fenerbahçe'nin yıllardır en iyi işleyen bölgesi olan, yani Alex'in oynadığı bölgeye takviye yapılması gerekiyordu mutlaka. Hani klişe olacak belki ama lig gerçekten uzun bir maraton ve bunun üzerine bu sezon Şampiyonlar Ligi'de eklenince Alex'in bir alternatifi mutlaka olmak zorundaydı.

Sezer Öztürk, şu son iki senedir Fenerbahçe'ye en çok gelmesini istediğim oyunculardan birisiydi kesinlikle. Aynı şekilde Serdar Kesimal'ın da transfer edilmesini de çok istiyordum ve o transfer de gerçekleşti neyse ki. Yalnız bu transfer için şöyle bir şüphe var benim içimde. Sezer Öztürk'ü Alex'in alternatifi olarak görüyoruz ama bugüne kadar 'Alex'in alternatifi' olarak gördüğümüz oyuncuların neredeyse çoğu eninde sonunda bir şekilde harcandı. Sezer Öztürk için bir diğer dezavantaj ise, bugüne kadar hiçbir büyük takımda forma giymemiş olması belli sıkıntılara yol açabilir. Umarım bu transferin sonu da hüsran ile sonuçlanmaz. Ama her ne olursa olsun, iyi bir transfere imza attı Fenerbahçe. Neyse,  hayırlı olsun diyelim son olarak.

19 Haziran 2011

Bir Kare #2

Malum sezon bittiği için yazacak pek fazla konu bulamıyoruz ve daha çok video, fotoğraf gibi şeyler paylaşmak durumunda kalıyoruz buraya. Kadınlar Dünya Kupasına sayılı günler kala, Almanya antrenmanından bir kare. Silvia Neid ile Birgit Prinz aynı karede.

18 Haziran 2011

Gökmen Özdenak


Gökmen Özdenak yine bildiğimiz gibi, bu adamı o yüzden hayretler içinde izliyorum her zaman. Ben söyleyecek daha fazla söz bulamıyorum şahsen, işin yorum kısmı size kalmış artık. :)

Galatasaray Taraftarının Büyüklük Anlayışı

Başlık ne denli doğru oldu bilemiyorum ama şöyle bir gerçek var öncelikle. Hani bu söylediklerim biraz ağır gelebilir ama, çıkıpta kimse bana "Galatasaray'ın çok büyük taraftarı var" demesin. Hayatımda ilk kez basketbol maçına gittim bugün ve hâliyle maçı Galatasaraylı taraftarların içinde izledim. Muhakkak benim için çok sıkıntılı bir maç oldu zira ama genel olarak güzel bir maç olmuştu.

Neyse, benim değinmek istediğim konuya gelelim esas. Serinin 6. maçı olunca ve seri e Fenerbahçe 3-2 olunca, Galatasaraylı taraftarların ilgisi de bayağı yoğun olmuştu maça. İlk çeyreğin birkaç dakikasını bir kenara koyarsak, ilk çeyreğin son dakikalarından, maçın sonuna kadar olan süreçte Galatasaray taraftarı gerçekten berbattı diyebilirim. Hani tamam, kendi takımlarını çok iyi bir biçimde destekliyorlar belki ama "rakibe saygı" diye bir şey göremedim ben maçta. O yüzden, yukarıda da dediğim gibi, kimse bana çıkıp "Galatasaray'ın çok büyük taraftarı var" demesin. Derse kalbini kırarım zira. Şimdi diyeceksiniz ; "Sinan Erdem'de siz aynı şeyleri yapmadınız mı?" Hayır efendim yapılmadı, oturun bu seri boyunca Sinan Erdem'de oynan tüm maçları baştan sona izleyin ve ne demek istediğimi o zaman anlarsınız zaten.

Maçın sonunda mağlup olmuşsun rakibine ve şampiyonluğu kaybetmişsin. Sonrasında çıkmış, "iyi gün taraftarı değiliz" görüntüsü vermeye çalışıyorsun ancak, öbür yandan da şampiyon olan rakibine saygı duymayıp, sahaya yabancı madde yağdırıyorsun. O yüzden kimse bana "Galatasaray'ın çok büyük taraftarı var" demesin. Ha bir de şöyle bir durum var, maç bitmiş, yabancı maddeler sahaya yağmış ve doğal olarak Fenerbahçeli oyuncular da soyunma odasından çıkmamışlar ve sen kalkıp "Fener pabucu yarım çık dışarıya oynayalım" diye tezahürat yapıyorsun. Bu sene zaten her branşta size üstünlük sağlamadık mı? Eee daha neyin mücadelesini veriyorsunuz ki siz?

5'te 5

Ve en sonunda beklenen o son şampiyonlukta geldi nihayet ve Fenerbahçe, bu sezonu 5'te 5 ile tamamladı. Hakikatten herkese nasip olmaz böyle bir şey. Futbol'dan tutun da, Voleybol, Basketbol gibi tüm branşlarda bir sezon içerisinde 5 şampiyonluk görmek. O yüzden bu şampiyonlukta emeği geçen yöneticisinden, basketbolcusuna kadar herkesi kutlamak lazım. Son olarak ; biz boşuna demiyoruz Dünya'nın en büyük spor kulübüyüz diye. Gelin, görün işte. Durum ortada.

16 Haziran 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru & Stadyumlar

Wolkswagen Arena, Wolfsburg

Bay Arena, Leverkusen

Rudolf Harbig Stadion, Dresden

İmpuls Arena, Augsburg 

Rhein Necker Arena, Sinsheim

Borussia Park, Gladbach

Olympiastadion, Berlin

Waldstadion, Frankfurt

Ruhrstadion, Bochum
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...