7 Aralık 2012

Bünye Alışkın Olmayınca...



Maç formalite maçı olunca, doğal olarak normalde pek forma şansı bulamayan isimler forma giydi bu akşam. Tipik bir Türkiye Kupası maçı havası vardı bir bakıma. 
 
Grup liderliğinin garanti olduğu bir ortamda ne kadro, ne de skor pek önem arz etmiyor. Belki kadro özelinde Özgür Çek, Recep Niyaz gibi oyuncuların forma şansı bulması üzerine birkaç şey yazılır ama ona da gerek duymuyorum açıkçası. Yalnız tek bir söylemek lazım Özgür Çek için. Şu maça kadar "Bu çocuk niye forma şansı bulamıyor?" diye sorup durduk kendimize ama şu durumdaki Özgür Çek, Fenerbahçe kalitesinde bir oyuncu değil. Devre arasında kiralık gönderilmesi hem onun adına hem Fenerbahçe adına daha hayırlı olur gibi.
 
Bunun dışında uzun zamandır bir Türk takımı, Avrupa Kupası maçına bu kadar rahat çıkmayalı epey zaman olmuştur herhalde. Bu tarz şeylere alışkın olmayınca, tribündeki taraftarın verdiği tepki de acımasızlaşabiliyor bazen. Ama ülke futbolu olarak böyle devam edersek bu sorunu da halletmemiz pek de zor gözükmüyor.
 
Fenerbahçe'nin forvet hattı için "Moussa Sow ve diğerleri" diye bir tanım oluştu benim gözümde. Gerek Semih, gerekse de Bienvenu'yü üst üste koysak bir Sow etmezler şimdiki görüntüleriyle. Hoş, Semih'in bu takımda yine belli bir geçmişi var ama Bienvenu gerçekten çok yetersiz bir oyuncu. Her şeyden önemlisi fizik gücü olarak ciddi sıkıntıları var bir kere. O yüzden bu gibi maçlarda Moussa Sow'un değeri daha bir anlaşılıyor. Hatta insan "Bu takıma ikinci bir Sow daha lazım" diye içinden geçirmiyor değil. Hele bu sene Avrupa'da belli yerlere gelinmek isteniyorsa takviye şart.
 
Velhasıl, bir sonraki tur için Fenerbahçe'nin muhtemel rakiplerini gördükçe insanın içi kararıyor belki ama olsun o kadar da olsun artık...

11 Haziran 2012

4-6-0'ın Zaferi


Kulüp takımlarını baz alarak konuşmak gerekirse, İspanya futbolun Barcelona'sı ise, İtalya'da futbolun Real Madrid', olabilir rahatlıkla. İspanya milli takımının Barcelona'dan pek bir farkı yok aslında. Barcelona'dan tek farkları, Messi'nin Arjantinli olmasıdır herhalde. Tıpkı Barcelona gibi, kim nerede oynayacağını biliyor bu takımda ve değişmeyen bir sistemleri var. 
İtalya ise, İspanya'ya göre biraz daha ağır kalıyor o açıdan ve oyunun hücum yönüyle değil de, savunma yönüyle ön plana çıkıyorlar daha çok. Bu maçta da Prandelli'nin ilk hedefi İspanya'nın hızını kesmekti ve taktik anlayışını da ona göre belirlemişti. İlk önce İspanya'nın orta sahadaki hızını kesip, daha sonra oyunun hücum kısmını halledeceklerdi ve bu yüzden 3-5-2 ile başladı maça. 3-5-2 her açıdan riskli bir taktik. Orta sahada rakibin hızını keseceğim diye savunmada ciddi sıkıntılar yaşaması muhtemeldi İtalya'nın ama korkulacak düzeyde tehlikelerle karşı karşıya kalmadılar neyse ki.
İspanya'nın bu maça 4-6-0'la başlaması kesinlikle herkesi şaşırttı. "En uç bölgede birisi olmadan bu takım nasıl etkili olacak?" deniyordu ama Xavi ve İniesta gibi oyunculara sahip oldukları için, o bölgeye topu taşımakta pek zorlanmadılar. Tabii ikinci yarıda oyuna giren Torres'in yerine daha eli yüzü düzgün bir oyuncuları olsaydı, onlar için maç daha farklı olabilirdi bence.
İtalya ilk yarıda İspanya'nın yoğun pas trafiğine rağmen ciddi pozisyonlar buldu ama Balotelli o bölgede çok ağır kaldığı için bu fırsatlardan yararlanamadılar. Esasında ilk etapta Di Natale ile başlayıp, sonrasonda Balotelli takviyesi daha yararlı olmaz mıydı? Olabilirdi ama Prandelli Balotelli ile başlamayı tercih etti. 
İlk yarı boyunca İtalya'nın ağır bastığı, pozisyonlar bulduğu bir ortamdan, aynı şekilde ikinci yarıda bu sefer İspanya'nın fırsatlardan yararlanamadığı bir maç izledik.  İspanya'nı ikinci yarının son bölümlerinde Torres ile kaçırdığı pozisyonlara ise değinmeyeceğim. İtalyanlar yatsın kalksın Torres'e dua etsin. Tabii Buffon'un da hakkını yememek gerek.
Bana göre İtalya için şöyle bir sıkıntı söz konusu bir de. Kadro geneline baktığımızda yaş ortalaması yüksek bir takımdan söz ediyoruz. Yaş ortalamasının yüksek olması ve orta sahada etkili ama ağır oyuncuların bulunması İtalya'nın elini kolunu bağlıyor bir bakıma. Yani orta sahada daha diri oyuncuları olmuş olsa, her şey daha farklı olurdu kesinlikle.
Uzun lafın kısası; forvetsiz oynayan bir İspanya karşısında İtalya'nın aldığı bir puan kazanç değil, kayıptır.

7 Haziran 2012

İtalya'nın ilk maçları : "Nasıl başlarsa öyle gider (!)"


İlk maçlar her zaman önemlidir. Zira yapacağınız iyi bir başlangıç sizi motive eder ve gelecek maçlara daha rahat gözle bakarsınız. Tam tersi bir durumda ise her şey tepetaklak olabilir ve hüsrana uğrayabilirsiniz. İtalya için ikinci şıkkı göz önüne almak yanlış olmaz.
Euro 96'dan bu yana oynadığı ilk maçlar, İtalya için o turnuvadaki gidişatını epey etkilemiştir her zaman. Hemen hemen her turnuvada bu böyle olmuştur.
Euro 96'da İtalya, Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Rusya ile aynı gruba düşmüştü ve ilk maçını Rusya ile oynamıştı. Pierluigi Caseraghi'nin attığı iki gol ile maçı 2-1 kazanmışlardı fakat hemen ardından gelen Çek Cumhuriyeti yenilgisi ve Almanya beraberliği onları turnuvanın dışına itmişti ve evlerine erken dönmüşlerdi.
Euro 2000'de ise İtalya, Türkiye, Belçika ve İsveç ile aynı grupta yer almıştı. İlk maçta rakipleri Türkiye'ydi ve o maçı da 2-1 kazanarak iyi bir başlangıç yapmışlardı. Bu iyi başlangıç grupta diğer maçlara da yansıdı ve 3'te 3 yaparak grubu lider tamamladılar. Sonrasında sırasıyla çeyrek finalde Romanya, yarı finalde Hollanda'yı eledikten sonra finalde Fransa'ya boyun eğmelerine rağmen onları başarısız sayarsak çarpılırız yani.
Euro 2004 ise İtalya için tam bir şanssızlıktı. İsveç, Danimarka ve Bulgaristan ile aynı gruba düşmüşlerdi ve Bulgaristan'ın 0 çektiği, İsveç, Danimarka ve İtalya'nın 5 puan topladığı grupta, averajla turnuvanın dışında kalmıştı gök maviler.
Euro 2008'de yine hayal kırıklığına uğrayacaktı İtalya. Hollanda, Romanya ve Fransa ile aynı gruba düşmüşlerdi ve 9 puanlı Hollanda'nın ardından 4 puan toplayarak çeyrek finale yükselmişlerdi. Çeyrek finalde turnuvayı şampiyon tamamlayan İspanya'ya penaltılarda boyun eğerek yine evlerinin yolunu tutmuşlardı.
Şimdi yine rakipleri İspanya ve bu sefer ilk maçta karşı karşıya gelecekler. Bu maç, yine İtalya'nın gidişatını baya etkileyecektir.

13 Mayıs 2012

Canınız Sağolsun

14 Mayıs 2006, 16 Mayıs 2010, 12 Mayıs 2012... Altı sene içerisinde son haftada kaçan üç şampiyonluk. Kaçan bu üç şampiyonluğun ikisi taraftarı derinden üzdü elbette ama 12 Mayıs 2012'de kaçan şampiyonluk diğerlerinden epey farklıydı. Bu sefer maçın sonunda olması gerektiği gibi takım tribünlere çağrıldı ve bütün futbolcular ayakta alkışlandı, olması gerektiği gibi...

12 Mayıs 2012 günü kaçan şampiyonluktan sonra gerek televizyonları başında, gerekse de statta bulunan taraftarların gözünde 3 Temmuz tarihinden bu yana yaşanan onca şeye rağmen takımın verdiği onur mücadelesinin getirdiği bir gurur vardı insanların gözünde. Bazen o formanın maç sonunda sırılsıklam olması galibiyetlerden, şampiyonluklardan kat be kat önemlidir. Dün akşam, böyle bir ortam vardı Saracoğlu'nda.

Ancak taraftarın takımı alkışlaması, bağrına basması bir yana dursun, hem maçtan önce hem de maçtan sonra polisin taraftarlara gösterdiği muammele için söylenecek çok fazla şey var. Maçtan önce stada girmek için sıra beklerken insanların Maraton tribününün orada biber gazına maruz kalması ve sağa sola kaçışması gözümden gitmiyor hiç. Aynı tablo maçın sonunda da yaşanmıştı maalesef. Maçtan sonra da çok farklı bir tablo yoktu yani. Yine sağa sola kaçışan bir sürü insan vardı. Her şeyden önemlisi, bu kaçışan insanların arasında küçük küçük çocuklar vardı maalesef. O insanları görünce kendimi şanslı hissettim. Zira biraz daha stattan geç çıksam, belki ben de o biber gazına maruz kalabilirdim.

Öte yandan şunu da belirteyim. Muhtemelen bu olaylardan sonra Fenerbahçe kulübüne seyircisiz oynama cezası verilecek. Şayet verilirse; yönetimin derhal bu cezaya itiraz etmesi gerekir. Çünkü bu olayların tek sorumlusu güvenlik güçleridir. Yaşanan olaylarda Galatasaraylı oyunculara hiçbir şekilde zarar verme amacında değildi taraftar. Bu bağlamda yönetimin yapacağı açıklamayı da merak etmiyor değilim.

30 Mart 2012

Şüphe...

Nasıl desem, nasıl başlasam bilemiyorum. Ama bir gerçek var ki; insanlar garip, çok garip hem de. Üstüne üstlük bazı insanlara hiç anlam veremiyorum. Hele bugün yaşananlardan sonra, Fenerbahçeliliğimden şüphe etmeye başladım ciddi ciddi.

Bugün bir yanda Kadın Basketbol takımın Euroleague maçı vardı, öte yanda da malum duruşma vardı Çağlayan'da. Her açıdan yoğun bir gündü yani biz Fenerbahçeliler adına. Dün elde edilen Galatasaray galibiyetinden sonra bugünkü Rivas maçı, Galatasaray maçından kat be kat daha önemliydi ancak taraftar beklenen ilgiyi göstermedi maça. Düne nazaran baya boştu yani salon. Sonuç olarak Fenerbahçe yenildi ve Euroleague'e veda etti.

Maçın sonucundan ziyade taraftarın o salona neden gitmediği ve takıma destek olmadığı konuşuluyordu. Ben dahil, bunu savunan birçok kişi doğu şeyi savunuyor esasında. "Neden gidilmedi o maça?" Beş bin kişi daha gitmiş olsaydı o maça bugün, belki de Fenerbahçe finalde olacaktı ama, olmadı işte. Neyse, taraftarın maça gidip gitmemesine değinmeyeceğim pek fazla.

Öte yandan da Çağlayan'da malum duruşma vardı. Doğal olarak Fenerbahçe taraftarı oradaki yerini de almıştı. En az basket maçındaki kadar -hatta daha fazla- bir kalabalık vardı orada da. Sonuç olarak beklenen tahliyeler olmadı ve herkes evinin yolunu tuttu. Meselem bu değil tabii ki de. Meselem; taraftarın özellikle bugün ikiye bölünmesi.

Bir kısım var ki; "Bugün Çağlayan'a gelmeyen Fenerbahçeli değildir" havasındaydı, bir kısım da "Basketbol maçına biraz daha taraftar gelseydi durum daha farklı olurdu" havasında. Aslında evet, yukarıda da dediğim gibi, basketbol maçına bugün biraz daha fazla taraftar gitseydi her şey daha farklı olabilirdi muhakkak.

Ama bırakın bu işleri... İsteyen istediğini yapar, fakat sen kalkıp da "Bilmem nereye gelmeyen Fenerbahçeli değildir" diye ortaya saldırırsan, işte o zaman olmaz. Ki, bunu diyen tayfa da belli. 3 Temmuz sonrası ortaya çıkan 'Gerçek' Fenerbahçeliler... Size söyleyecek laf bulamıyorum artık, gerçekten lafım yok sizlere!

18 Mart 2012

Fenerbahçe 2-2 Galatasaray

Bugün Canlı Gool programını izleyenler yorumlarıma şahit olmuştur. Bu maç yazısında programda söylediklerimden farklı bir şey yazmayacağım.  Yıllardır Fenerbahçe'nin Galatasaray'a kurduğu ezici üstünlük ortada. Ama şu son iki senedir Galatasaray, Kadıköy'den beraberlikle sahadan ayrılıyor ve dürüst olmak gerekirse iki senedir galibiyeti kul payı kaçırıyor desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Ama işte futbol bu ya; olmayınca olmuyor. Ve şöyle de bir gerçek var ki; Galatasaray, Fenerbahçe'yi Kadıköy'de bu sene de yenemediyse, bir 10 sene daha yenemez.

Maçın ilk 15-20 dakikası Fenerbahçe için müthiş geçmişti. Hatta gelen iki golden sonra "Yine 5-6 tane atarız" hissiyatına kapılmıştı herkes. Ancak o 15-20 dakikalık müthiş oyundan sonra Fenerbahçe'ye bir hâller oldu. Sebepsizce savunmaya çekildi, skoru korumaya yönelik hamleler filan geldi Aykut Kocaman'dan. Tıpkı Daum döneminde olduğu gibi. Daum döneminde de aynı sorunu yaşıyordu takım ve Aykut Kocaman'da aynı geleneği sürdürdü bu maçta ve takımı savunmaya çekti. E sen takımı geri çekersen; Galatasaray'da ne var, ne yok saldırır.

İlk yarıyı Galatasaray bir gol atarak kapattı ve bu, onlar için çok önemliydi. İkinci yarıda takımın biraz olsun toparlanır diye düşündük ama, yok. Takım düzeleceğine daha kötü bir hâl aldı.

Sezon başından beri söylemediğimiz laf kalmayan Ziegler bu maçta, özellikle ilk yarıda müthiş bir performans ortaya koydu. Her ne kadar o da ikinci yarıda sahadan silinse de... Gerçi sırf Ziegler değil, ikinci yarıda bütün takım sahada yoktu neredeyse. Tabii bu esnada Galatasaray'ın akınları da devam ediyordu.

Aykut Kocaman'ın yaptığı değişikliklere, yapttığı hatalara da değinmezsem çatlarım. Bunu programda da söyledim; burada da söylüyorum. Tamam Aykut Kocaman iyi bir teknik direktör olabilir ama taktik bilgisi açısından zayıf bir teknik adam. Bunu söylemek elbette bana düşmez ama, benim fikrim bu yönde. Beğenilir beğenilmez, orası ayrı mesele.

Mesela en basitinden ilk maçta Alex en uçta başlamıştı maça ve o maçın geneli malum, Fenerbahçe tarihi bir farktan zar zor kurtulmuştu. Aynı şeyi bu maçta da yaptı mesela Aykut Kocaman. Alex, ikinci yarıda 10-15 dakika en uçta oynadı yine. Ve yine silik bir oyun sergiledi. Üzerine bu yetmezmiş gibi Alex'i oyundan çıkartmasına da ne desem, ne söylesem bilmiyorum yani.

Sonuç olarak Galatasaray, Kadıköy'den bir puanla ayrıldı ve play-off'lar öncesinde dokuz puanlık farkı korudu. Eğer lig böyle biterse, beş puanlık bir avantajı olacak Galatasaray'ın. Hadi bir şekilde Galatasaray.'ı Kadıköy'de yendin diyelim; ama deplasmanda kazanmak Fenerbahçe için gerçekten zor olacak. Ki bence şampiyon olmak istiyorsa bu takım, deplasmanda Galatasaray'ı kesinlikle yenmesi gerekiyor.

Canlı Gool Programındayız

Bugün, sunuculuğunu Tolga Becer'in yaptığı Canlı Gool programına konuk olacağım. Program saat 16:10'da başlayacak. İzleyin, izlettirin efendim. :)

15 Mart 2012

Samandıra Günlüğü

 Zaman zaman Fenerbahçe yönetimini eleştiriyoruz ama öte yandan taraftarlar için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Özellikle bu sezon yaptıkları organizasyonları asla göz ardı edemem kendi adıma. Önce stat gezisi, şimdi de Samandıra Can Bartu Tesisleri'nde antrenman izleme fırsatı buldum. Tabii Ömer Temelli'ye de buradan teşekkürlerimizi sunalım yeri gelmişken.

Dün taraftar kart ve telefon numaramı mail yoluyla göndermiştim ve akşam gelen telefon ile Samandıra'ya davet edildik. İlk etapta futbolcularla ve Aykut Kocaman ile tanışmanın heyecanı sarmıştı beni tabii de, bugün Samandıra'ya gidince, biraz işin rengi değişti tabii. Mesela gitmeden önce otobüste bize oyuncularla fotoğraf çekilebileceğimiz söylenmişti ancak oraya gidince doğru dürüst sahaya girme şansımız bile olmadı. Halbuki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde kadınlara öyle bir jest yapılmıştı. Bu dediğim şeyi oradaki görevliye söyledim ama aldığım cevap da bir hayli komikti. "E ama onlar kadın" ne demektir yahu? Şaka gibi resmen.

Neyse, sonuç olarak bardağın dolu tarafına da bakmak lazım bir yerde.-Her ne kadar hem gidişte hem de dönüşte otobüslerde birer saat bekletilsekte- Stat gezisinden sonra Samandıra gezisine katılmak da benim için büyük şanstı tabii. Buradan Ömer Temelli'ye bir kez daha teşekkürler.

13 Mart 2012

Ara Transfer Harekatları

Futbol Plus dergisinde yazacağımından geçen gün bahsetmiştim. İlk yazım Devre Arası Transferleri üzerine oldu ve bana sorarsanız gayet de güzel oldu yazı. :) Unutmadan ufak bir hatırlatma da yapalım; Futbol Plus dergisi Mart sayısına tüm bayiilerden ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar!


9 Mart 2012

Ankaragücü 0-2 Fenerbahçe

Bu maç için yazacak bir şey var mı? Kesinlikle yok. Hatta maç bittikten sonra bir süre düşündüm ciddi ciddi ama, yok yani.

Söylenecek şeyler çok kısıtlı.

Mesela Fenerbahçe bilmem kaç maç aradan sonra deplasmanlardaki kazanamama serisine son verdi.

Mesela Galatasaray maçı öncesinde deplasmanda kazanarak bir derece olsun moral kazanmış oldu.

Bu ikisinin dışında söylenecek ekstra bir şey de yok aslında.

Bir de; Ziegler bu takımda o formayı giymeyi hak etmiyor, Bilica'dan sonra. O beğenmediğimiz, burun kıvırdığımız Andre Santos'u gözler bir kez daha aradı bu maçta...

8 Mart 2012

Dünya "Kadınlar" Günü Kutlu Olsun

Malum, Türkiye'de futbol erkeklerin tekelindedir, bu bir gerçek yani artık. Kabullenmek gerek artık bu gerçeği. Aslında kadınların da futbol oynayabileceği, futbolun içinde olması gerekirken hep ikinci plana atılır ve sürekli "Kadınlar futboldan anlar mıymış canım?" denir ve geçiştirilir. Ama aslında bu durum kesinlikle böyle değil işte. Kadınlar da futboldan anlar ve en az erkekler kadar onların da futbol konuşmaya, futbolun içinde yer almaya hakkı var bana göre. Tabii benim ya da bir başkasının böyle düşünmesi bir şeyi değiştirmiyor ya, neyse. Toplum olarak kafamızdaki zihniyeti değiştirmedikçe kadınlar ikinci planda tutulmaya, ötekileştirilmeye devam edilecek maalesef bu ülkede.

Öncelikli olarak kadınları futbolun içine dahil edebilmemiz için ilk iş olarak onları ceza olarak görmemeyi, seyircisiz maçlarda bilmem kaç bin kadını bir araya toplayıp ve bu da yetmezmiş gibi akabinde "Helal olsun o kadınlara!" diye övünmekten vazgeçebiliriz mesela ilk iş olarak. Ama dediğim gibi, şu an ki kafayla kadınlar için bu dediklerimizin uygulanması çok ama çok zor görünüyor.

Unutmadan; tüm kadınlarımızın ve tabii "bayan" olmayan kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun efendim.

7 Mart 2012

Deli Cesareti

Hemen hemen futbolla ilgilenen her insanın Avrupa'da sempati duyduğu, desteklediği takımlar vardır. Mesela benim için bu takımlar İngiltere'de Arsenal, Almanya'da Schalke ve İspanya'da Real Madird'tir. Normal şartlarda ne olursa olsun bu takımları her daim desteklerim lakin dün olay biraz farklıydı benim için.

Öyle çok fazla iddaa oynayan, bahis yapan birisi değilimdir normalde ama son zamanlarda baya sardım bu bahis hadisesine.Tabii başıma ne geldiyse yine bu desteklediğim, sempati duyduğum takım yüzünden geldi ya, neyse. "İlk maçı zaten Milan 4-0 kazanmış, ikinci maçta da Milan şu meşhur italyan savunmasını yapar ve Çanakkale geçilmez diyerek ne var ne yok savunmaya çekilir" dedim ve alt oynadım o maça. Ama işte gelin görün ki, ben o maça alt oynadım diye Arsenal'ın maça asılacağı tuttu ve daha ilk yarıda üç gol birden buldular. Hayır, ikinci yarıda da bir gol atsalar, turu geçmek için bir şeyler yapsalar içim acımayacak da,  yok yere bir gol yüzünden parayı bulamadım dün akşam.

Maça değinecek olursak; şaka bir yana Arsenal bu sezon iç sahada müthiş bir futbol oynuyor. O sezon başındaki bunalım sürecini atlattıktan sonra inanılmaz işlere imza atmaya başladılar. Son maçlarda müthiş bir gol ortalaması yakaladılar mesela iç sahada. Ama futbol bu ya; olmayınca olmuyor bazen. Sonuç itibariyle Avrupa defterini erken kapattılar bu sezon. Aslında sırf Arsenal değil, ingiliz takımlarının hemen hemen hepsi bu sezon Şampiyonlar Ligi'ne erken havlu attılar, Chelsea dışında tabii.

5 Mart 2012

Senin Aşkın Balondu Söndü : Andre Villas-Boas

Chelsea ile Villas-Boas'ın ayrı dünyaların insanları oldukları ta en başından belliydi aslında. İlk birkaç maçta alınan kötü sonuçlardan sonra bizim ülkemizde bolca kullanılan bir klişeşerden olan "Uyum süreci"ne bağlandı bu kayıplar ama, sonrasında da bir düzelme olmadı gerek Villas-Boas'ta, gerekse de Chelsea'de. Durum bundan ibaret olunca; bu Chelsea-Villas Boas birlikteliği epey kısa sürdü ve dün itibariyle yolları ayrıldı bu ikilinin. Villas-Boas kötü teknik direktör mü? Elbette değil. Hatta bana sorarsanız Mourinho'dan sonra şu an dünyanın en iyi teknik direktör olduğunu söyleyebilirim. Zaten boşu boşuna Mourinho'nun veliahtı olarak gösterilmiyor bu adam. Sadece böyle bir takımda çalışmanın yükünü kaldıramadı. Aslında Porto'da kısa bir sürede elde ettiği başarılardan sonra apar topar Chelsea'nin teklifini kabul etmesi, başlı başına hataydı. Bence Porto'da kariyerine devam etseydi, kısa bir sürede Avrupa Ligi'nin yanına Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu da ekleyebilirdi ama, olmadı. Velhasıl; 'bu sezonun balonu' benzetmesini yapabiliriz Villas-Boas için.

4 Mart 2012

İzledim #4 : Mezar Buluşmaları (Grave Encounters)

Film izliyoruz ve izlediğimiz filmleri buraya yazmaya devam ediyoruz. Hoş, buraya yazmayalı epey zaman oldu ya, neyse.  Korku filmleri dışında izlediğim başka türde bir film yok sanırım. Benim için varsa yoksa korku filmleridir yani. Rec serisini izleyenler bilir. O film, korku filmi piyasasının belli bir sınıf atlamasına neden olmuştu. Nedeni ise el kamerası ile çekilmesiydi. Onun üzerine benzer nitelikte birkaç film daha çekildi ama onun kadar başarılı olamadı hiçbiri. Ona en yakın örnek olarak The Tunnel'ı gösterebiliriz mesela.

Aslında Mezar Buluşmaları, Rec'den ziyade The Tunnel'e daha çok benziyor. Filmin el kamerası ile çekildiğini görünce sevindim açıkçası. Ama filmin içine dalınca yüksek olan beklentilerimi karşıladığını söyleyemem. Hatta son 20-25 dakikası dışında koca bir hayal kırıklığından başka bir şey değil bu film. Bana sorarsanız; izlemeyin. Boşuna vakit kaybetmiş olursunuz. Ama tabii yine de size kalmış işin o kısmı.

El kamerası kısmı tamam, ama konu olarak vasat bir film özetle. İnsanları korkutacağım derken çok fazla efekt kullanılmış ve bu da olmamış. Bir de bunun üzerine cinler periler konuya dahil olunca, olaylar olaylar... Mesela bu cinler-periler Rec'in ikinci filminde de devreye girmişti ve ben o filmi de pek beğenmemiştim doğrusu.

Stoch İnsan Değil Beyler, Dağılın!

Açık ve net söylüyorum. Ömer Temelli'nin verdiği şu cevaba gerçekten çok güldüm!

Özlediğim, İstediğim Fenerbahçe Bu!

Artık şunu kabullenelim. Bu sezon iki farklı Fenerbahçe izliyoruz. Şöyle ki; iç sahada döktüren, harikalar yaratan, hatta büyüleyen ama öte yandan deplasmanlarda da sanki küme düşmeye oynayan aciz bir takımdan pek farkı olmuyor Fenerbahçe'nin. Aynı şeyi geçen hafta da söylemiştim ve dediğim şey çıktı. Her şeyiyle müthiş bir Fenerbahçe izledik bugün. Hatta böyle bir futbol izlemeyeli nereden baksanız seneler oldu. Tıpkı Daum'un ilk Fenerbahçe macerasında yarattığı takım gibi. Ya da Zico dönemindeki Fenerbahçe vardı sanki bugün sahada.

Ben Eskişehirspor maçını, geçen seneki Yeni Malatyaspor maçına benzetiyorum aynen. Malum, ne olduysa o maçtan sonra olmuştu ve Fenerbahçe lig tarihine geçerek şampiyon olmuştu geçen sene. Aynı şeyin Eskişehir maçından sonra da yaşandığı hissiyatı var içimde. Şu an deplasmanlarda kötü bir grafik çiziyor belki takım ama, en azından Ankaragücü deplasmanı takımı -deplasmanlar için- bir derece olsun uyandıracaktır.

Artık Stoch için ne yazsak, ne konuşsak bilemiyorum. Gerçekten bilemiyorum hem de. Tek bir bildiğim var; o da çok büyük bir oyuncu olduğu. Bu akşam attığı ilk gol, jeneriklikten de öte bir goldü. Daha önce de söylemiştim, yine söylüyorum. Alex şunun şurasında Fenerbahçe'de en fazla iki ya da üç sene daha top oynar. Ondan sonra Fenerbahçe'nin 'lider' oyuncu eksikliğini gidermesi açısından Stoch tam ideal bir oyuncu. Bu yükü kaldırabilecek potansiyeli var çünkü. 

Stoch dışında Moussa Sow'u da unutmayalım. Güiza ve Bienvenu gibi oyunculara bu takımda şahit olduktan sonra çölde bir vaha gibi geldi bu bünyelere. 5 maçta 3 gol atması ve o uyum sürecini kısa sürede atlatması kendi ve Fenerbahçe adına büyük şans. O da bu akşam yaptı yine yapacağını...

Son olarak; oynanan oyunun dışında bu maçta Fenerbahçeli oyuncuların gördüğü kartları eleştiren bir kesim de  yok değil hani. Tabii o kesim, diğer takım taraftarları oluyor. Aykut Kocaman bu oyunculara "Bilerek kart görün" demiş sözümona. E madem öyleyse; Gökhan Gönül de kart sınırındaydı. Durum böyle olunca o da neden kartlarını sıfırlamadı ki? Gayet yapsa yapardı yani... Neyse, geçiniz bu işleri.

29 Şubat 2012

Kadınları Biraz Örnek Alın Beyler!

Ne derseniz diyin ama hayat gerçekten çok garip. Geçen hafta methiyeler düzdüğümüz takım, bu hafta tekrar özüne dönebiliyor mesela. O derece garip yani. Evet, bu takım tahmin ettiğiniz gibi Fenerbahçe Ülker. Ya, gerçekten kabullenemiyorum bu durumu. Bir takım bir haftada nasıl bu kadar değişebilir, nasıl her şey tersine döner bilemiyorum. Yine geçen hafta Unics maçından sonra "Bu galibiyet Spahija'nın değil, oyuncuların eseridir" demiştim ve Sphaija için zaten düşüncelerim sabitti ama birkaç oyuncu dışında şu oyun, bu takıma yakışmadı, yakışmıyor. Acaba gerekilen hamlelerin yapılması için daha ne kadar beklenecek, merak içerisindeyim doğrusu. Ayrıca Fenerbahçe yönetimine de saygılar. Taraftara "yolunacak kaz" gözüyle bakmaya devam edin siz!

Daha önce de yazmıştım ama yine tekrarlayayım. Fenerbahçe Ülker için yazdıklarımın bir kısmı, futbol takımı için de geçerli. Onların da artık ayağa kalkıp, mücadele etmesi gerekiyor. Ha, şöyle bir durum var ki; futbol takımına olan inancım, basketbol takımına olan inancımdan çok çok fazla. 

Erkeklerde durum böyleyken, Fenerbahçe'nin kadınları hani hakikatten "Armanın gururu" olmaya devam ediyorlar. Özellikle Fenerbahçe Universal. Üst üste üçüncü kez Final Four'a kalmayı başardılar bu akşam. Onlar ile ne kadar övünsek, neler söylesek gerçekten azdır. Umarım bu sefer şeytanın bacağını kırarlar, kırmalılar!

Fenerbahçe Universal için ne dediysek, aynı şeyler kadın basket takımı için de geçerli. Euroleague'de bilmem kaç maçtır kazanan ve henüz mağlubiyeti olmayan bir takımdan söz ediyoruz burada. Velhasıl, erkeklerin artık oturup düşünmesi gerekiyor bu işi. Ya da şöyle bir başlarını kaldırıp kadınların gösterdiği mücadeleyi görseler bence her şey çok daha güzel olur.

28 Şubat 2012

Size Ne Desek Ki Şimdi?

Bugün maça gidip gitmemek konusunda epey kararsız kalmıştım, sonuç itibariyle gidememiştim. Bu akşam olan olayları gördükten sonra da "İyi ki gitmemişim!" diyorum kendi kendime. Sebebi ise takımın oynadığı basketbol filan değil. Kesinlikle taraftarlar yüzünden, evet bildiğiniz taraftarlar yüzünden. Sözde Fenerbahçe taraftarları onlar... 

Gerçi onlara taraftar demek bile çok büyük ayıp olur. Bu akşam oraya giden bir güruh vardı ki, amaçları takıma destek olmak filan değil, köstek olmaktı. Zira taraftar dediğin takımına bu kadar zarar vermek için çabalamaz. Her ne olursa olsun, küfür eden adamı, hele kadınların maçında küfür eden adamı asla anlamam, anlayamam. O adam, taraftarlığı geçtim, insan bile değildir benim gözümde. 

Kadınların maçında ana-avrat küfür etmek tek kelimeyle cahilliktir, acizliktir. Bu eylemi yapan üç-beş çapulcu oyunu durdurmayı başarıp, hakemleri en sonunda soyunma odasına göndermeyi başarınca "Fener'le kimse başa çıkamaz!" diye tezahürat yapmaz mı? İşte ondan sonra maçı izlemeyi bıraktım yani.

Size illâ birisinin çıkıp "Durun, küfür etmeyin beyler!" demesi mi gerekiyor? Bırakın allah aşkına bu işleri, siz taraftar filan olamazsınız. Bu sözde taraftarlar yarın voleybol maçında da boy gösterecek ve orada da aynı şeyi yapacaklar, en asıl ona yanıyorum...

Bir de "E kadınların maçında küfür edilmez miymiş canım???" diyenleri de, neyse...

26 Şubat 2012

Şampiyon Olmak Mümkün...

Bunu artık söyleye söyleye dilimizde tüy bitti ama net bir gerçek var şu an için. Fenerbahçe iyi oynamıyor. Fenerbahçe deplasmanlarda mücadele etmiyor ve puanlar kaybediyor.

Ligin bitimine, daha doğrusu play-off'lara yalnızca altı maç kaldı. Bu altı maçı kazanıp play-off'ları kendi lehine çevirme imkanı yok mu? Elbette var, fazlasıyla hem de. O kadar laf ediyoruz ama aslında Fenerbahçe'nin kötü bir kadrosu da yok. Geçen seneki Fenerbahçe ile bu seneki Fenerbahçe arasında yalnızca tek bir fark var; o da mücadele...

Tekrar söylüyorum, bu takım bu sezon deplasmanlarda, Kadıköy'de gösterdiği mücadelenin yarısını göstermiş olsaydı, şu an Galatasaray ile arasında dokuz puanlık fark olmazdı.

Bugünden itibaren artık futbolcuların ayağa kalkıp, mücadele etmesi gerek. Tabii burada biz taraftarlara da önemli bir iş düşüyor. Her zaman olduğu gibi, gösterilen mücadele ile takımın yanında olmak, onlara sahip çıkmak.

Uzun lafın kısası şu ki; son altı haftada alınacak altı galibiyet, Fenerbahçe için her şeyi değiştirecektir. Ve en nihayetinde şampiyonluğa ulaşan taraf olacaktır ligin sonunda.

İki Resim Arasındaki 10 Farkı Bulun

Bu, dün akşam oynanan Milan-Juventus maçından bir kare...

 Bu da bu sezon Antalya'da oynanan Antalyaspor-Beşiktaş maçından... İki resim arasında ne kadar çok benzerlik var değil mi?

25 Şubat 2012

Böyle Onur Mücadelesi Olmaz!

Belediye maçından sonra malum "onur mücadelesi" ile ilgili bir yazı yazmıştım ve doğal olarak bu takımı eleştiren kesime hitap etmişti o yazı. Ama o maçtan sonra işler değişti desek yeridir. Sezon başından beri biz taraftarlar olarak "onur mücadelesi" diye bir yerlerimizi yırtıyoruz ancak gelin görün ki futbolcular bu mücadelenin farkında bile değil. Yani şu an da onur mücadelesini yalnızca taraftarlar veriyor. Bunun en yakın örneği olarak dün akşam Çağlayan'a koşa koşa giden binlerce taraftarı gösterebiliriz. Ya da daha yakın bir örnek vermek gerekirse, bu sabah tüm şartlara rağmen kalkıp Eskişehir'e giden, hatta bir kısmı stada dahi alınmayıp, İstanbul'a geri gönderilen taraftarları gösterebiliriz.

Aslında biz taraftarlar olarak bu takımdan bu sezon çok fazla bir şey istemiyoruz. "Sadece mücadele edin, formanın hakkını verin, yeter" diyoruz ama ne yazık ki onu bile beceremiyorlar.

 İşin bir diğer ilginç yanı ise ne biliyor musunuz? Bu hafta adeta tel tel dökülen, gösterdiği mücadele itibariyle herhangi bir amatör takımdan farkı olmayan takımın yerinde önümüzdeki hafta Gençlerbirliği maçında çok farklı bir takım görüntüsü içine girecekler lakin yine bir sonraki deplasman maçında aynı şeyleri yaşayacağız, aynı şeyleri yazacağız.

Normalde şu haftaya kadar yaşanan tüm puan kayıplarından sonra "Canınız sağolsun" derdim ama bu sefer demiyorum, demeyeceğim. Zira biz öyle dedikçe bu takım bunun arkasına sığınıyor ve ortaya böyle bir sonuç çıkıyor. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, böyle giderse play-off'larda Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansı olacağını asla düşünmüyorum.

24 Şubat 2012

Atkı #1

Oldum olası atkı koleksiyonları ilgimi çekmiştir. E durum böyle olunca "neden benim de bir atkı koleksiyonum yok?" dedim ve bugün itibariyle atkı koleksiyonu işine el attım. İlk atkı Fc Basel'in. Şampiyonlar Ligi için özel tasarlanmış olan atkıyı aldım İsviçre'den ve bence gayet hoş bir atkı.

23 Şubat 2012

Şike Şike

Şu meşhur 3 Temmuz'dan sonra birçok gelişme yaşandı. Bu gelişmeler doğrultusunda kulüp bocalama dönemine girdi. İstenilen transferler yapılamadı mesela. Bunun yanında amatör branşlar da bu durumdan nasibini almadı değil desek, yanlış bir şey söylemiş olmayız. Hatta futbol takımından ziyade en çok etkilenen şube, basketbol şubesi olmuştu.

Geçen sene yerlere göklere sığdıramadığımız takımın yerinde bu sezon daha vasat bir takım vardı, şu güne kadar oynanan basketbol bunu gösteriyordu net bir biçimde. Ama yine şu güne kadar eleştirdiğimiz, Spahija'yı istifaya davet ettiğimiz bir ortamda bu akşam çok müthiş bir mücadele gösterdi Fenerbahçe Ülker ve Top 8 için şansını sürdürmüş oldu. Tabii Top 8 için haftaya Milano'yu yenmek gerekiyor kesinlikle.

Ayrıca şunu da belirteyim. Takım bugün çok önemli bir galibiyet almış olabilir ama Spahija için fikrim hâlâ değişmedi. Bu galibiyet, Sphahija'nın değil, oyuncuların eseridir.

Son olarak, Mirsad Türkcan...

Bu adam için ne yazsam, ne söylesem gerçekten hiçbir fikrim yok. Çok büyük oyuncusun çok!

19 Şubat 2012

Türk Futbolunun En Büyük Sorunu : Kötü Zeminler

Şüphesiz ki futbol, iyi bir zeminde oynanınca zevk verir. Hem görüntü açısından, hem de futbol kalitesi açısından. Hep "Türk futbolu şöyle, Türk futbolu böyle" diye zilyon tane bahane üretir dururuz. Bana göre Türk futbolunun en büyük sorunu ne kulüplerin izlediği transfer politikası, ne de altyapıya yeterli değerin verilmemesidir. Kesinlikle her şeyden önce Türk futbolunun en büyük sorunu şu kötü zeminlerdir.

Kimse bana "e bu kulüplerin imkanları ortada, bir de zemin için mi para harcasınlar?" demesin. Üçüncü lig takımlarına filan sözüm yok da, gerek Süper Lig'de, gerekse de Bank Asya 1.Lig'de mücadele eden takımlarının zeminlerinin iyi olması şart yani. Avrupa'da bizden başka bu kadar kötü zeminlere sahip başka bir ülke var mıdır, sanmıyorum açıkçası. Rusya'da bile o kadar çetin geçen kış aylarına rağmen statların zeminleri, bizimkilere nazaran kat be kat daha iyi. Çünkü adamların neredeyse tüm statlarında alttan ısıtma sistemi diye bir şey var.

Türkiye'de de kış ayları sert geçiyor ama Rusya ile kendimizi kıyasladığımızda aramızda dağlar kadar fark var, bu çok açık bir şekilde ortada. 1.Lig'i geçtim, Süper Lig'de bile Fenerbahçe, Galatasaray, Kayseri, Sivas ve Bursa dışında hiçbir kulübün stadında alttan ısıtma sistemi yok yanılmıyorsam.1.Lig'e hiç değinmiyorum bile. Orada durum daha da beter. Mesela dün Erciyesspor-Karşıyaka maçının oynandığı sahada zemin, içler acısıydı. Keza bugün Elazığspor maçındaki görüntü de Erciyesspor maçından farksızdı.

Bana sorarsanız Federasyonun bu zemin hadisesine bir çözüm bulması gerekiyor. Zemini aşırı derecede kötü olan statlarda maç oynatmamak gibi bir kural getirebilirler mesela. Kulüpler de 1-2 transfer daha az yapıp, zeminlerine biraz önem verseler, her şey daha güzel olacak Türk futbolu açısından.

Baba & Oğul

Allah'ım bu nasıl bir tatlılıktır böyle? Hani "hık demiş burnundan düşmüş" derler ya, bu tam öyle bir şey işte! Bilmeyenler için bu çocuğu tanıtalım. Adı Felipe ve kendisi Alex'in oğlu olur.

18 Şubat 2012

Fenerbahçe 4-2 Sivasspor | Alex Oynayınca

Bu maç, sıradan bir maç değildi. Bundan yalnızca birkaç ay önce Manisaspor maçında bir ilke imza atan Fenerbahçeli kadın taraftarlara, bu maçta da büyük iş düşüyordu. O üstlerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdiler de, soğuk havaya rağmen. İlk kez Manisa maçında geçilmişti bu uygulamaya ve sonrasında epey geyikler dönmüştü sağda solda. Ama o dönen geyiklerden sonra nereden bakarsanız bakın, toplam beş veya altı kez diğer takımlar bu cezaya maruz kalmıştı ve bu maçların hiçbirinde o atmosfer yakalanamadı. Üstelik bu sefer sadece statta maç izlemekle kalmayıp,  koreografi işine de el attılar. Başarılı da oldular hatta. Onlarla ne kadar övünsek azdır, kim ne derse desin.

Zamanında o kadar dalgasına vurduk bu laf söylendiğinde ama, futbol gerçekten enteresan bir oyun. Bunu son bir hafta içinde net bir biçimde gördük, özellikle Karabükspor maçında. O maçın yazısını yazarken Alex'e biraz fazla değinmiştim. Amacım elbette kendisini eleştirmek değildi de, artık onun vadesinin dolduğundan söz etmiştim, ama yanılmışım. Bu maçtan sonra bir kez daha diyorum ki ; Alex gerçekten büyük oyuncu!

Ama her şey bir yana, şu durumu asla inkâr edemem. Fenerbahçe top oynamıyor, mücadele etmiyor. Bunu haftalardır söylüyoruz, yine tekrarlayalım. İlk yarıda Sivasspor, yakaladığı fırsatları değerlendirebilse maç kesinlikle çok farklı noktalara gelirdi, bu bir gerçek. Lakin derler ya "futbolun adaleti yok" diye, işte maçın ikinci yarısı tam da böyle olmuştu. Ha, yine tekrarlamak da fayda var. Bu ikinci yarıda oynanan oyun kimseyi aldatmasın, oynanan oyundan kimse memnun değildir yani. Skor her ne kadar farklı olsa da...

Son olarak, Dia artık sınırları zorluyor. Şu güne kadar kendisine o kadar şans tanındı ama yok, bir türlü istenen düzeye çıkamadı, çıkamıyor. Halbuki ben ondan Stoch gibi patlama yapmasını bekliyordum şu zamana kadar ama boş bir beklenti içerisindeymişim sanırım.

Şükrü Saracoğlu Stadı'nın Koltukları

Dergiye yazı yazacağım telaşıyla burayı birkaç gündür ihmal ettim, anca şimdi yazma fırsatım oldu işte. Esasında şu meseleyi ben uzun zamandır kafaya takıyordum, bu kafaya taktığım şeyleri yazıya dökmek istedim. Malum, Şükrü Saracoğlu Stadı'nı şu hale getirebilmek için Fenerbahçe yönetimi çok büyük çabalar harcadı, harcadığı bu çabanın karşılığını fazlasıyla aldı hatta. Stadın üstü tamamen kapatıldı, Maraton ve Fenerium alt tribünlerdeki koltuklar değişti ve bunların dışında bugüne kadar birçok şey yapıldı bu stada. Isıtıcı bile takıldı, onu da söyleyelim yeri gelmişken.

Ama yapılan bu kadar şeye rağmen benim bu stada kesinlikle yapılmasını istediğim bir şey var ; o da tüm koltukların değiştirilmesi. Tüm koltuklar derken, kale arkası ve üst tribünlerdeki koltukları kastediyorum. Bütün koltukların Maraton ve Fenerium alt tribünlerdeki gibi olması gerek. Hem konfor açısından, hem görüntü açısından böyle bir şeyin yapılması gerekiyor bence. Emirates, Old Trafford veya ne bileyim, en yakın örnek olarak Türk Telekom Arena'daki gibi olabilir yani tüm koltuklar. Ha böyle bir şey yapılırsa eğer, stadın kapasitesinde belli bir düşüş olacaktır ama bu işin sonunda daha modern bir görünüme sahip olacaktır Şükrü Saracoğlu. Bu konudan az evvel twitter'da Ömer Temelli'ye de söz ettim, sırf kale arkası tribünleri için ama kendisinden "Olmaz, kırılır" cevabı aldım.

12 Şubat 2012

Karabükspor 2-1 Fenerbahçe

Fenerbahçe iyi oynamıyor. Sadece bu maç özelinde değil, haftalardır iyi oynamıyor. Bunu inkâr edemeyiz. Kötü oynadığı yetmezmiş gibi mücadele de etmiyor. Kadıköy'de oynanan maçları bir şekilde, kötü oynasa bile kazanıyor ama deplasmanlarda aynı şey olmuyor maalesef. Bunu hep söylüyoruz, deplasmanlarda takım kötü oynadığı zaman muhakkak puan kaybı yaşıyor.

Yanlış olmasın, galiba Samsun maçı yazısında "Alex durunca, Fenerbahçe de duruyor" demiştim. Bu da apayrı bir gerçek. Fenerbahçe'nin artık Alex'in eline bakmaması gerekiyor. Zira artık Alex eski gücünde değil, bunu kabul edelim. Bu maçta tamam, gol attı filan ama yok, Alex artık Fenerbahçe'yi taşıyamıyor. Bu, eleştiri olarak algılanmasın, neredeyse son 10 maçtır ortada olan bir gerçek. O yüzden Fenerbahçe'nin yavaş yavaş yeni sistemler geliştirmesi gerekiyor bence. Yani zaten çok çok öncesinden yeni bir sistem, ya da formül bulması gerekiyordu bu duruma ama şu andan itibaren kesinlikle bir çözüm bulması şart.

Herhangi bir mağlubiyetten sonra çıkıp bir oyuncuyu günah keçisi ilan etmeyi sevmem ama bir Ziegler gerçeği var bu takımda. Hoş, sırf bu maç için değil, yine son birkaç maçtır Ziegler inanılmaz sırıtıyor. Belki çok bariz hatalar yapmıyor evet ama bazı noktalarda çok yetersiz kalıyor işte. O yüzden ben hep söylemişimdir. Fenerbahçe, Niang'dan sonra en çok Andre Santos'u arıyor bana göre. Zamanında o adamı da o kadar eleştirdik ama kıymetini gittikten sonra anlayabildik tabii.

Fenerbahçe önümüzdeki hafta Sivasspor'u bir şekilde mağlup edecek belki ama sonrası yine malum. Ondan sonraki hafta deplasmanda yine karın ağrısı çekerek maçları izlemeye devam edeceğiz. Şu an ki görüntü bundan ibaret.

11 Şubat 2012

İstifa Etsen Artık

İtiraf edeyim, basketboldan fazla anlamam. İzlerim, takip ederim ama futbol kadar ilgi duymam. Her ne kadar "basketboldan anlamam" desem de, kabak gibi ortada olan bir gerçek var Fenerbahçe Ülker için, o da şu an için takımın çok kötüye gittiği. Bunun tek sorumlusu ise Spahija'dır, kim ne derse desin. Ve daha fazla uzatmadan yönetimin kendisine daha önce yaptıkları için teşekkür edip, bir an önce yollarını ayırması gerekiyor. Biz taraftarlar, Euroleague'i gözden çıkardık, bari ligde play-off'lara kalalım. Böyle giderse, o da zora girecek çünkü.

9 Şubat 2012

Olan Fenerbahçe'ye Oldu

Derbi maçta yaşanan olayların faturası bu akşam itibariyle kesildi ve Fenerbahçe'ye bir maç seyircisiz oynama cezası verildi. Seyircisiz dediğime bakmayın, Sivasspor maçını yine kadın ve çocuk taraftarlar izleyecek. Fenerbahçe, bu sezon ikinci defa seyircisiz oynama cezasıyla karşı karşıya kaldı bu arada. Verilen ceza yerinde mi? Tabii ki yerinde, onu asla tartışmam. Maç boyunca o kadar küfür edildi çünkü, böyle bir ortamda ceza verilmemesi büyük sürpriz olurdu yani.

Fenerbahçe'ye verilen cezaya 'eyvallah' diyoruz ama benim kabullenemediğim nokta, Beşiktaş'a verilen -pardon verilmeyen- ceza oldu. Sen git statta meşale yak, o meşaleyi Fenerbahçe tribünlerine at, hatta onla kalmayıp stadı yakmaya kalkış, bununla yetinmeyip tuvaletlere, kısacası stadın her yerine zarar ver ancak gelin görün ki, sonuç olarak 75.000 TL'lik ufak bir ceza ile işin içinden sıyrıl. Hakikatten şaka gibi bir ülkede yaşıyoruz, söyleyecek pek fazla söz de yok aslında. Ayrıca "küfürlü tezahürat yapmayıp, sadece adam bıçaklama olayı yaşansaydı o statta, Fenerbahçe, Galatasaray gibi 60.000 TL'lik bir ceza ile kurtulabilir miydi acaba?" diye de düşünmeden edemiyorum.

Türkiye Kupası'nı Gören, Duyan Var mı?

Kabul, yazının başlığı biraz anlamsız oldu ama durum aslında tam da bundan ibaret. "Türkiye Kupası'nı gören, duyan var mı?" Sezon başında kupanın statüsü değiştiğinde, bu değişiklik çoğu kişiyi memnun etmişti. Zira bundan önceki statü çok saçmaydı. Uefa'nn, Uefa Kupası'nda kısa süreli uyguladığı bu statü, Türkiye'de de tutmamıştı ve artık statünün değişmesi gerekiyordu ve değişti de. Ancak değişti değişmesine ama tek maçlı eleminasyon sistemine geçilmesine rağmen yine saçma yönleri vardı mesela yeni sistemin. Şöyle ki ; çeyrek finalden itibaren maçlar tarafsız sahada oynanacaktı falan filan.

Bu yazıda değinmek istediğim asıl mesele bu değil tabii. Tribün Dergi'de böyle bir başlık görmüştüm biraz önce ve dikkatimi çekti bu konu, ben de blogda değinmek istedim bu meseleye. 3 Temmuz'dan bu yana yaşanan malum olaylardan dolayı Türkiye Kupası, yeni statüsüne rağmen unutulmuştu, bu bir gerçek. Hatta bana sorarsanız Federasyon, bu sezon Türkiye Kupası maçları için "hadi maçları bir şekilde oynatalım da, insanların gönlü olsun" gözüyle bakıyordu sanki.

İlk tur maçlarının geç başlamasının yanında, şimdi dördüncü tura geldik ve daha kuralar bile çekilmedi, hâliyle maçların da ne zaman oynanacağı henüz belli değil. İşin ilginç yanı, şurada kısa bir süre kaldı. Tam iki ay sonra lig maçları bitecek mesela. "E sen ne ara kuraları çekeceksin de, ne ara maçları oynatacaksın?" diye sormazlar mı ama adama?

Kitaplar Kitaplar

Futbolla ilgili kitaplar sürekli benim ilgimi çekmiştir, yani bir tek bu tür kitapları zevkle okuyabiliyorum. Dün evde otururken aklıma geldi böyle bir liste yapmak. Aslına bakarsanız birkaç tane daha kitap vardı ama yaptığım listeyi kaybedince, sadece bunlar kaldı aklımda ve ben de buraya yazayım dedim. D&R'da filan bulabilirsem alacağım bu kitapları. Aslında internetten çok rahat bir şekilde alabilirim ama internetten almaya pek sıcak bakmıyorum nedense. Neyse, iyi okumalar efendim.
  • Gölgede ve Güneşte Futbol - Eduardo Galeano
  • Futbol Asla Sadece Futbol Değildir - Simon Kuper
  • El Diego - Diego Maradona
  • Takımdan Ayrı Düz Koşu -Tanıl Bora
  • Futbol Nedir Ki - Barış Tut
  • Ajax, Barcelona, Cruijff - Frits Barend

5 Şubat 2012

Fenerbahçe 2-0 Beşiktaş | Daum Ruhu

Hani hep derler ya, "Derbilerin favorisi olmaz!" diye, işte bu maç, diğerlerinden biraz farklıydı. Bu derbinin bir favorisi vardı ve o'da Fenerbahçe'ydi. Kadrolar netleştikten sonra ibre Fenerbahçe'ye dönmüştü lakin sahada oynanan oyunu göz önüne alırsak, Fenerbahçe içino kadar da rahat bir maç olmadı. Sırf bu maç için değil, Fenerbahçe son iki-üç maçtır iyi oynamıyor, iyi oynaması yetmezmiş gibi mücadele de etmiyor.

Geçen, Samsun maçı yazısında "takım Daum döneminde olduğu gibi son birkaç maçtır skor avantajını elde ettikten sonra arkaya yaslanıyor" demiştim. Aynı durum bu maçta da devam etti. İlk yarı bir derece olsun mücadele etme gayreti içinde olan takım, ikinci yarı tamamen savunmaya yaslandı ve bu da doğal olarak Beşiktaş'ın işine geliyordu ama onlar da yararlanamadı bu şanslardan.

Yine Samsun maçı yazısında "Alex olmayınca, olmuyor"" demiştim. Bu maçta Alex vardı, ama o her zaman alışık olduğumuz Alex yoktu sahada. Bu aslında sadece bu maçta değil, yine son birkaç maçtır böyle. Alex durunca, Fenerbahçe'de duruyor.

Moussa Sow'un ilk maçında golle buluşmasına çok sevindim şahsen. Daha önce söylemiştim, yine söylüyorum. Sow, bu takımın ikinci Niang'ı olacak!

Tribünlere de değinelim biraz...

Aylardır Fenerbahçe taraftarı "Deplasman yasağı kalksın" diye o kadar mücadele verdi ve deplasman yasağı bu maçlık kalktı. Ama bu mücadelenin karşılığı bu olmamalı bence. Eğer böyle olacaksa, deplasman yasağı devam etsin. Ki devam edecektir kesinlikle bu maçtan sonra. Ayrıca edilen o kadar küfürden sonra Fenerbahçe'ye ceza gelmezse, gerçekten büyük sürpriz olur.

2 Şubat 2012

Samsunspor 3-1 Fenerbahçe | Alex Olmayınca, Olmuyor

Fenerbahçe'de artık senelerdir bu durum çok açık bir biçimde ortada. Alex olmayınca, olmuyor. İç sahada bir şekilde takım kendi başının çaresine bakabiliyor ama, deplasmanlar için aynı şeyi söylemek neredeyse imkansız. Aykut Kocaman bu sezon Stoch'tan 'ikinci bir Alex' yaratmaya çalışıyor, hatta son birkaç maçtır bu denemeleri başarılı oldu gibi ancak henüz Alex'siz bir Fenerbahçe mümkün değil şu an için.

Cristian'a değinmeden de edemeyeceğim. Cristian çok ilginç bir oyuncu, artık bunu kabullenmek lazım. Hani bazı büyük oyuncular için "maç seçiyor" derler ya, işte Cristian'da da bu durum söz konusu. Adam maç seçiyor, Mesela Manisa deplasmanında şahane top oynayan bir Cristian izlemiştik, bu maçta aynı adam yerlerde sürünüyordu. Hatta takımın en kötülerinden birisiydi diyebilirim. Bir de Cristian büyük oyuncu mu? Değil, bunu da göz önüne almak lazım bence.

Söyleyecek pek fazla şey de yok aslında. Fenerbahçe, Galatasaray'ın puan kaybettiği haftada, geleneğini bozmadı ve o da modaya ayak uydurarak puan kaybı yaşadı. Puan farkını kapatma şansını da kaçırmış oldu hâliyle. Son olarak, hafta içi maçları Fenerbahçe'ye yaramıyor maalesef.

1 Şubat 2012

Blogtivi Programındaydım

Günler öncesinden duyurmuştum buradan programa katılacağımı.Havanın kötü olmasından dolayı kafamda soru işaretleri vardı gidip gidemeyeceğim konusunda ama gayet rahat bir şekilde ulaştım kanala. Daha önceden canlı yayın tecrübem vardı ancak her ne olursa olsun insanın içinde bir heyecan oluyordu ister istemez. Kanala ulaştığımda programın bir saat geri alındığını öğrendik. Bu benim açımdan biraz kötü oldu açıkçası. Zaten belli bir stres yaşıyordum, üzerine bir saat geri alınınca, program için heyecan katsayım baya artmıştı.

Kanala gelmeden önce Murat Türker beni aradı ve programa ulaşamayacağını söyledi kardan dolayı. Yusuf Kenan Çalık ile birlikte olacaktık yani. Oraya vardığımda gayet sıcak bir ortamda karşılandık. Yusuf Kenan Çalık ve Şeyda Baykal ile sohbet etme şansım oldu program öncesinde. Velhasıl yayın vakti geldi ve program başladı. Öncesinde heyecan vardı ama program başlayınca heyecan filan kalmamıştı üzerimde. Kaldı ki Yusuf Kenan Çalık ve Şeyda Baykal tıkandığım noktalarda baya yardımcı oldular, sağolsunlar.

Daha önce, yani bundan iki sene evvel Yenilsen De Yensen De'ye katıldığımda hakikatten tutuk kalmıştım o programda. Sebebi ise, programın çok fazla konukla yapılmasıydı. Ama Blogtivi böyle bir program değil, tek başınızasınız ve kendinizi daha rahat ifade etme şansı buluyorsunuz. Blogdan, kadınlar futbolundan, Fenerbahçe'den, ve Fenerbahçe Ülker hakkında sohbet ettik program boyunca. Programın 45 dakika olması beni üzdü açıkçası. Zira çok keyifli geçmişti o 45 dakika. Hani "daha uzun olsaydı keşke" dedim programdan sonra. Özetle iki değerli insanla tanıştım ve bundan gayet keyif aldığımı söyleyebilirim. Onlar ne düşünmüştür bilemem tabii. :) Ayrıca beni programa davet eden Murat Türker'le de tanışma fırsatım olmadı ya, o yüzden biraz üzüldüm doğrusu. Neyse, kısmet değilmiş diyelim en iyisi.

Not : Programla ilgili caps alabilirsem buraya ekleyeceğim

30 Ocak 2012

Futbol Plus!

Gerek dün, gerekse de bugün gerçekten peş peşe müthiş haberler aldığım günler olarak tarihe geçti, abartmıyorum resmen tarihe geçti yani. Bugün gelen bir mail üzerine, artık Futbol Plus dergisinde yazılarımı yazacağım. İlk yazım Mart sayısında yayınlanacak kısmetse. Büyük bir ihtimalle ilk yazıda kadınlar futboluna değineceğim. Benim için hayırlı, uğurlu olur inşallah!

Blogtivi

Blogun birinci yaş gününde tartışmasız en iyi hediyeyi Blogtivi programına katılarak almış olacağım sanırım. Bu Çarşamba (1 Şubat) saat 15:15'te Murat Türker ve Şeyda Baykal'ın konuğu olacağım. İzleyin, yorumlarınızı burada paylaşın! Unutmadan, Sportivi, Tivibu 77. kanalda!

Fenerbahçe 2-1 Mersin İdman Yurdu | Sow Gelince...

Son üç hafta, daha doğrusu son üç maç bize gösterdi ki, Fenerbahçe çok dengesiz bir takım oldu çıktı bu sezon. Ya çok müthiş oynuyorlar, ya da tam tersi çok kötü oynuyorlar. Henüz ortası yok bunun. Belediye maçında oynanan kâbus gibi futboldan sonra Mersin maçının ilk yarısı ilaç gibi geldi açıkçası. İlk yarı genelinde takım olarak çok iyiydi Fenerbahçe. Herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu, bu çok net ortadaydı yani. Şu haftaya kadar yaka silktiğimiz Bienvenu bile ilk yarı boyunca Mersin stoperlerine baskı yaptı, çabaladı en azından bir şekilde. Bu maçta oynadığı oyunu sezon genelinde oynasaydı, Fenerbahçe şu an çok farklı noktada olurdu, bunu her zaman söylüyoruz. Tabii Bienvenu'nün birden patlama yapmasının altında Sow'un transfer edilmesinin etkisi de var. Her halükârda kendisinden kat be kat daha iyi bir oyuncu transfer edildi çünkü o bölgeye.

Stoch için artık ekstra bir şey söyleyemeyeceğim. Adam her maçta şahane oynuyor, gol atıyor, asistler yapıyor. Ben artık ciddi ciddi ona 'ikinci Alex' gözüyle bakmaya başladım. Ayrıca, bu adam normal bir gol atamıyor efendim. Yine o klasik gollerinden birini attı dün akşam. Benim deyimimle ; "Stoch yine Stoch golü attı"

İlk yarı için neler söylesek, neler yazsak azdır. Ancak ikinci yarı için aynı şeyleri söylemek imkansız. İkinci yarı boyunca oynanan oyunu görünce aklıma Daum döneminde oynanan futbol geldi. Skorun üstüne yatmaya çalışan, hiçbir varlık gösteremeyen bir Fenerbahçe vardı sahada. E hâliyle bu şartlarda Mersin'in golü bulması da kaçınılmaz olmuştu. Soğuk havayla beraber yine rahat bir maç izleyemedik ama maçın sonunda kazanmak elbette güzeldi, ikinci yarıdaki kötü futbola rağmen... Bu arada, dün akşam hava hakikatten çok soğuktu. İki sene önce Denizlispor ile oynanan maçta bile bu kadar üşümemiştim, o kadar söyleyeyim.

1 Sene!

Evet, bugün tam bir sene oldu. Bir sene önce bugün, bu blogu açtım. İyi kötü, bir şekilde dilim döndüğünce içimden geçenleri buraya aktarmaya çalıştım. Olumlu veya olumsuz birçok tepki aldım ama yazmak, içini dökmek gerçekten güzel bir olay. Bu bir sene boyunca yazılarımı okuyan, fikirlerini paylaşan herkese teşekkür ediyorum.

28 Ocak 2012

Kadınların Ceza Olarak Görüldüğü Bir Ülke Düşünün...

Mehmet Ali Aydınlar yönetiminin göreve geldiği ilk günden bu yana Türk futbolunda bazı şeyleri değiştirmek istediği aşikâr. Her ne kadar bu değişikliklerin birçoğunu yüzüne gözüne bulaştırsa da, bir çaba içerisinde olduğu kesin. Bu değişiklikler içerisinde benim en hazmedemediğim, daha doğrusu saçma bulduğum şey, seyircisiz maçlara yalnızca kadın ve çocuk taraftarların alınmasıydı. İlk etapta bu karar alındığında çoğu kişi "aa ne güzel bir uygulamaymış canım" gözüyle bakıyordu ama asla öyle bir durum söz konusu değildi. Bu düpedüz pozitif ayrımcılıktır en başta. Hem kadınların 'ceza' olarak görüldüğü başka bir ülke var mıdır yeryüzünde? Bence yoktur, bu kesinlikle cahillikten öte bir şey değildir.  Bu uygulamanın tek artı yönü, bu güne kadar hiç maça gitmemiş kadınlar, maça gitmiş oldu. Onun dışında hiçbir esprisi yok yani.

Aklıma gelmişken, aynı şey geçtiğimiz günlerde Hollanda'da Ajax-Alkmaar maçında uygulanmaya çalışıldı ama yok, orada da olmadı. Zaten orada olmuyorsa, bizim ülkemizde olmasını beklemek hâyâlcilikten başka bir şey olmaz. Ben en başından beri hep şunu savunmuşumdur ; Federasyon herhangi bir olayından sonra kulüplere ceza vermektense, şahıslara ceza vermelidir. Türkiye'de böyle bir olayın olması tabii ki imkansız ama, normal şartlarda olması gereken budur.

27 Ocak 2012

Bienvenu Aslında O Kadar Kötü Bir Forvet Değil

Bunu artık yazmaktan gına geldi ama şu meşhur 3 Temmuz'dan sonra takımdan ayrılan oyuncuların arasında Niang'ın da olması, bir forvet transferini zorunlu hâle getirmişti Fenerbahçe için. O kaos ortamında transfer yapmak, yönetimin aklına gelecek en şeydi, o kadar sıkıntının içinde forvet transferi de unutulmuştu bir bakıma. Hatta bu transfer bile, transfer döneminin son gününde gerçekleşmişti.

Bienvenu'ye ilk etapta 'kapalı kutu' gözüyle bakılıyordu. Doğrusu ben bile adını daha önce hiç duymamıştım. Bir tek Young Boys ile yapılan maçta Fenerbahçe'ye attığı golle tanımıştı onu herkes. Velhasıl biraz beklentilerde büyüktü kendisinden. Beklentilerin büyük olmasının tek nedeni, tabii ki Niang'ın sergilediği performanstı. Hani bir laf vardır ya, "gelen gideni aratır diye" işte Bienvenu tam böyle bir oyuncuydu, hâlâ da öyle gerçi.

Şu güne kadar bekleneni verememesi, Sow transferinin gerçekleşmesine neden oldu. Ama şu güne kadar bekleneni verememiş olmasına rağmen ben Bienvenu'nün kötü bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum asla. Tamam, gol kaçırıyor, saç baş yolduruyor bizlere ama takımdan gönderilmesi şu ortamda yanlış olur. Benim şahsi fikrim, bonservisiyle gönderilmesinden ziyade, en azından kiralık yollanması. Yaşı daha çok genç çünkü, biraz sabır etmek gerek özetle.

Beraberliğimiz Bilet Fiyatlarıyla Gölgelenmesin!

Geçen gün Emporio Armani maçının bilet fiyatlarıyla ilgili bir yazı yazmıştım. Açıkçası o yazıdan sonra Panathinaikos ve Unics Kazan maçlarında fiyatların en azından bir nebze olsun düşürüleceğini umuyorduk ama Fenerbahçe yönetimi sağ olsun yeni ayağına taraftarlara "yolunacak kaz" gözüyle bakmaya devam ediyor.

"Kandırmayın Fenerbahçelileri..."

Bu laf size bir yerden tanıdık geldi mi? Gelmiştir elbette, gelmemesi mümkün değil zira. Alex'in Fenerbahçe'ye transferi gerçekleşmeden önce böyle bir yazısı vardı Fatih Altaylı'nın.Tıpkı Alex transferinde olduğu gibi, Sow gelmeden önce buna benzer laflar eden birçok insan vardı ortalıkta. Ama artık Sow resmen Fenerbahçe forması giyecek, dört yıl boyunca.

Böyle bir transferin gerçekleşmesi ta en başından beri bekleniyordu. Bienvenu ve Semih'in oynadıkları futbol, "bir yere kadar" dedirtmişti artık. Bundan yaklaşık bir hafta önce Sow ile ilgili bir yazı yazmıştım. Orada "gelmesin, ben bu transfere karşıyım" gbi laflar etmiştim lakin bu tamamen Sow'un Afrika Uluslar Kupası'nda forma giyecek olmasından dolayıydı. Sağ olsun Senegal sürpriz bir şekilde turnuvaya veda etti de, Fenerbahçe'nin Sow'a çabucak kavuşmasını sağladılar.

Sow eğer takıma çabuk uyum sağlayabilirse kesinlikle ikinci bir Niang olabilir, olmaması için hiçbir neden yok ortada. Ha gönül isterdi ki Sow ile Niang'ı yan yana izleyelim ama malum olaylar buna izin vermedi, neyse kısmet değilmiş diyip işimize bakalım biz.

Sow'a ödenen bonservis bedeline laf edenleri de anlamıyorum. Sezon başında Emenike transfer edildiğinde yine buna yakın bir meblağ ödenmişti Emenike'ye. Karabükspor çıkışlı bir oyuncuya bu kadar para veriliyorsa, Lille'de forma giymiş, Şampiyonlar Ligi görmüş bir oyuncuya bu kadar para verilmesi, gayet normal bence. Ayrıca bu transferin gerçekleşmesi bazı şeylerin sinyallerini verdi bizlere, bu da gözlerden kaçmasın yani.

26 Ocak 2012

Yine Aynı Film

Gary Lineker'in bir sözü vardır ; "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur" diye. Bence şu an "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Barcelona'nın kazandığı bir oyundur" demek kesinlikle daha doğru olur. Real Madrid son bilmem kaç senedir Barcelona'ya karşı deplasmandaki en iyi futbolunu oynadı ama olmayınca olmuyor bazen. Ömer Üründül'ün de dediği gibi ; "Futbol gerçekten çok enteresan bir oyun"

25 Ocak 2012

Bi' 'Onur Mücadelesi' Vardı, Sahi Ne Oldu O'na?

Belediye ile deplasmanlarda yapılan maçlar Fenerbahçe için hep sıkıntılı geçmiştir. Artık bunu söylemekten bıkkınlık geldi ama durum aynen böyle. Geçen sene yine burada Belediye'ye karşı elde edilen galibiyetten sonra bu sene de beklentiler yine büyüktü Fenerbahçe'den.  Ama yine evdeki hesap çarşıya uymadı ve Fenerbahçe sahadan mağlubiyetle ayrıldı. Kötü oynayarak ayrıldı hem de. İyi oynamış veya kötü oynamış, bu sezon işin o kısmı benim pek umrumda değil, çoğu taraftar gibi.

3 Temmuz'dan bu yana yaşanan gelişmelerden sonra, herkes bu sezonu gözden çıkartmıştı ve takım sahaya 'onur mücadelesi' vermek için çıkıyordu. Bu haftaya kadar alınan iyi sonuçlardan sonra o 'onur mücadelesi' fikri herkesin aklının bir köşesindeyken, kötü sonuçlar alındıktan sonra da, yaşanan her şeyi unutup sağa sola saldırmaya başlayan bir kesim vardı maalesef, hâlâ da var gerçi. Aslına bakarsanız, kötü oyun ve mağlubiyete rağmen ben normal maç yazımı yazıp önüme bakacaktım bugün lakin twitter'da gördüğüm birkaç tweet üzerine fikrimi değiştirdim ve maç yazısı yerine böyle genel bir yazı çıktı ortaya.

Ne diyordum? Heh, hadi takımı eleştirirsin, olumsuz yorumlar yaparsın eyvallah, ona kimse ses etmez de, sen çıkıp Aykut Kocaman'a böyle bir ortamda ana avrat küfür edersen, işte o zaman olay farklı boyutlara taşınır. Bu takımda küfür edilecek en en en son isim Aykut Kocaman'dır, artık bazı insanlar şunun farkına varsa, her şey daha güzel olur bence. Bunu sürekli söylemişimdir. Fenerbahçe iki maç kazandıktan sonra "Sen bizim Kocaman gururumuzsun" diye tezahürat yapan adamlar, takım kötü oynayınca, kötü sonuç alınca da böyle küfür edebiliyorlar işte. O yüzden sizlere söyleyecek pek fazla sözüm de yok, bari bırakın da, mümkünse bu sezona 'onur mücadelesi' gözüyle bakan kişilere ayıp etmeyin, yazıktır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...