29 Mayıs 2011

O An

Dün akşam oynanan Barcelona-Manchester United maçından...

Serdar Kesimal Transferi Üzerine

Orhan Şam transferini yazarken de demiştim, transferde en çok gelişmelerin havada uçuştuğu takım Fenerbahçe diye. Ki bunu söyledikten birkaç gün sonra bir transferi daha resmiyete döktü Fenerbahçe. Resmi açıklamanın az önce gelmesiyle artık Serdar Kesimal Fenerbahçe forması giyecek bundan böyle.

Şöyle bir durum var ki, önümüzdeki sezon takımın Şampiyonlar Liginde mücadele edecek olmasının transferlere de etkisi oldukça fazla. Daha çok takımın Şampiyonlar Liginde mücadele edecek olmasından dolayı transferlerde bu durum göz önüne alınarak yapılıyor. Çünkü işin ne tarafından bakarsanız bakın, Fenerbahçe önümüzdeki sezon en aşağı 45-50 maç oynayacak bütün bir sezon boyunca. Maç sayısının artmasıyla beraber, doğal olarak bol alternatifli bir kadro kurmak durumunda kalıyorsunuz ve şimdiye kadar yapılan transfer de öyle küçümsenecek düzeyde isimler değil asla.

Yapılan transferlerle beraber savunmanın da ciddi bir güç kazandığını söyleyebiliriz şimdiden. Özellikle savunmanın ortası için şimdiden iyi bir zemin oluşturulmuş durumda Serdar Kesimal ve Orhan Şam ikilisi ile beraber. Geçen sezon Yobo kiralanmadan önce Bilica ile bu takımın ne sıkıntılar yaşadığını herkes biliyor. Yobo ile sıkıntısız geçen sezonun ardından, şu an ki gelişmelere göre Yobo'nun Fenerbahçe'den ayrılacağını düşünürsek, eldeki mevcut isimler savunmanın ortası için oldukça kabiliyetli isimler. Yobo meselesine geri dönecek olursak, o transfer ile ilgili olarak Everon'ın Fenerbahçe'den 5 Milyon Sterlin gibi bir para istediği söyleniyor. Her ne olursa olsun, bu çok ciddi bir para. O açıdan Yobo bu sezon Fenerbahçe'ye veda edebilir yani.

Gelelim Serdar Kesimal transferinin maddi boyutuna. Resmi açıklama yapılmasına rağmen bu açıklamada Kayserispor'a ne kadar para ödendiği belirtilmemiş. Yalnızca takas yoluyla gönderilen oyuncular belirtilmiş. Bana sorarsanız en kilit nokta da burada zaten. Zira açıklama yapılmadan önce Gökhan Ünal, İlhan Eker ve Okan Alkan'ın takasta kullanılacağı söyleniyordu ve bu üç isimden Okan ile İlhan Kayseri'ye gönderilmiş durumda. Açık konuşmak gerekirse ben Okan'ın adını duyunca çok üzülmüştüm ilk başta. Çünkü bu sezon görev aldığı maçlarda ortaya koyduğu oyun belli, her ne açıdan bakarsanız bakın, takımdan gönderilmesi çok üzücü olacaktı ancak İlhan bonservisi ile beraber, Okan'da kiralık olarak gönderilmiş Kayserispor'a.

Okan'ın kiralık gönderilmesi hem kendi açısından hem de Fenerbahçe açısından çok büyük bir şans. Şayet bu sezon Kayserispor'da düzenli forma şansı bulabilirse, önümüzdeki sezon Fenerbahçe'ye daha verimli bir geri dönüş yapabilir kesinlikle. Sağ bek rotasyonunda da ciddi bir alternatif olacaktır ilerleyen zamanlar için.

Barcelona 3-1 Manchester United | Kupa Barcelona'nın

Bu maçın benim gözümde Şampiyonlar Ligi finali olmasının dışında başka hiçbir önemi yoktu maç öncesinde. Zira iki takımı da sevmediğim için kim kazanırsa kazansın, pek umrumda olmayacaktı açıkçası. Ama bu iki takımdan mutlaka birisini seçecek olsaydım maç öncesi, Manchester United'ın kazanmasını isterdim. Ama benim istediğim olmadı ve Barcelona kupayı kazan taraf oldu.

Maçtan önce merak edilen en önemli husus, Barcelona'nın nasıl top oyanayacağından ziyade, Manchester United'ın Barcelona karşısında nasıl bir direnç göstereceği merak ediliyordu herkes tarafından. Barcelona'da zaten her şey belli bir düzen içerisinde. Kim nerede, nasıl oynayacağını biliyor. Yani bu açıdan Guardiola'nın ekstra bir çaba sarf etmesine gerek yok. Hâl böyle olunca rakip kim olursa olsun, hatta Şampiyonlar Ligi finali bile olmasına rağmen takımın pas yüzdesi bu maçta yine oldukça fazlaydı.

Biraz da maç özeline girecek olursak, ilk 10-15 dakikalık süreçteki Manchester United'ı görünce, daha zevkli bir maç izleyeceğimizi düşünüyordum ama sonrasında zaten bildiğimiz Barcelona kendini gösterdi ve Messi'nin bireysel çabalarının üzerine Pedro ile Xavi'nin katkıları eklenince, bol bol pozisyon üreten, ancak yalnızca maç sonunda iki gol atabilen bir Barcelona izledik bu akşam. Barcelona'nın bu oyunu üzerine Manchester'ın tek umudu uzun toplar oldu maç boyunca ama o uzun toplarla da ne kadar etkili oldukları tartışılır.
Bu paragrafı da Messi'ye ve Abidal'e ayırmak gerekir. Ayırmazsak ayıp olur çünkü. Messi'nin her ne kadar oyun stilini beğenmesem de, gerçekten çok büyük bir oyuncu. Bu kupanın Barcelona'ya gelmesinde en büyük pay ona ait bence. Ve ayrıca son olarak maçın en dramatik anı ise, kupa töreninde Abidal'in kaptan olarak bu akşam kupayı kaldırmasıydı. Yaşadığı bunca talihsizliklerden sonra bu kupayı kaldırması çok ama çok önemliydi, sizleri bilmem ama ben o an göz yaşlarına boğuldum.

27 Mayıs 2011

Lille 2011-2012 Sezonu Forması

Blogda ilk kez forma tanıtımı ile ilgili bi' post giriyorum. Öyle âdetim değildir forma tanıtımı üzerine post girmek ama bu forma çok hoşuma gittiği için paylaşmak istedim ben de burada.

Orhan Şam & Emmanuel Emenike

Bu sene dikkatimi çeken bir nokta var. O da Süper Lig kulüplerinin transferlerini Temmuz-Ağustos ayına bırakmadan, şimdiden sonuca bağlamaları, başka bir deyişle transfer çalışmalarını erkenden hâlletmek istemeleri bu senenin yeni modası oldu bana göre. Bu durumun böyle olmasından çok memnunum kendi adıma. Zira transfer edilen oyuncunun takıma uyum sağlaması açısından erken davranmak çok önemli. Geçen senelere nazaran bu sene kulüplerin yaptığı transferlerin, daha adamakıllı transferler olduğunu söyleyebiliriz ayrıca. Yani en azından şimdilik.

Transferi erkenden bitirme konusunda öncü olan kulüp, tabii ki de Fenerbahçe. Şu ana kadar iki transfer yapıldı ve yapılan bu iki transfer de çok önemli, takıma kesin yarar sağlayacak düzeyde oyuncular. İlk olarak Orhan Şam'ı ele alalım. Orhan Şam, uzunca bir zamandır Fenerbahçe'ye gelmesini istediğim isimlerden birisiydi, kaldı ki hemen hemen her transfer döneminde ya Fenerbahçe ile ya da diğer büyük takımlarla adı geçiyordu ancak transferde son sözü Fenerbahçe söyledi ve henüz resmi bir açıklama olmamasına rağmen, 3.5 Milyon € gibi bir para ile transferin sonuca bağlandığı söyleniyor.

Fenerbahçe'de Gökhan Gönül'ün bölgesinde yani sağ bekte eksiği olduğu bir gerçekti ve buna rağmen bugüne kadar o bölgeye transfer yapılmamıştı. Tabii takım şampiyon olunca ve hâliyle ertesi sezon Şampiyonlar Liginde mücadele edeceği için, kadro derinliği için böyle bir transferin yapılması şart olmuştu artık.

Ben bu transfer gerçekleşmeden öncesine kadar Orhan Şam'ın Fenerbahçe'ye gelmesini en çok isteyen birisi olmama rağmen, bu transfer gerçekleştikten sonra içimde Orhan Şam'ın Fenerbahçe'de dikiş tutturamayacağı, başarısız olacağı yönünde bir hissiyat oluştu nedense. Geçen sezon yine Gençlerbirliği'nden transfer edilen İlhan Eker örneğinde olduğu gibi bu transferinde o boyutlara geleceğine inanıyorum. Tabii inşallah yanılırım bu konuda.
Fenerbahçe'ye transferi kesinleşen bir diğer isim ise, Emmanuel Emenike. Esasında bu transfer, Orhan Şam örneğinde olduğu gibi o derece sürpriz bir transfer değildi. Zira Emenike'nin adı, Fenerbahçe ile birçok kez anılmıştı sezon içerisinde. Hatta bazıları işi abartıp, Fenerbahçe'nin Karabükspor ile yapacağı maçta açık açık "teşvik primi" aldığını söylüyordu.  Neyse, o konulara girmemek lazım, çünkü biraz daha konuşursak, o konunun içinden çıkılmaz.

Gelelim Emenike'nin yarar sağlayıp-sağlayamayacağına. Daha şurada resmi açıklama yapılalı iki gün bile olmamışken, daha şimdiden Emenike'nin Fenerbahçe'de başarılı olamayacağını savunan bir kesim var. Onu savunan insanlara da söyleyecek sözüm yok tabii. Sezon başlamadan, adam daha maç oynamadan bunu nasıl söyleyebiliyorlar bilmiyorum. Bunun adı aslında doğmamış çocuğa don biçmek gibi bir şey olsa gerek herhalde. Aykut Kocaman'ın geçenlerde bir açıklaması vardı. Emenike ile Niang'ın yeni sezonda aynı kadroda barınamayacaklarını belirtmişti. Bu açıklamalardan sonra, Aykut Kocaman'ın kafasında nasıl bir Fenerbahçe yaratmak istediğini görmek için sabırsızlanıyorum.

26 Mayıs 2011

Bu Sefer Aynı Şey Olmadı

Kişisel nedenlerden dolayı son birkaç gündür blogla olan ilişkim baya bir kesilmişti. Aslında sırf blogla değil, internette de fazla zaman geçiremiyorum ne yazık ki bu aralar.  Benim blogla ilgilenemediğim zaman zarfında elbette bir ton gelişme yaşanadı ve bana sorarsanız bu gelişmelerden en önemlisi, Fenerbahçe'nin şampiyon olmasıydı.
Ankaragücü maçından sonra şampiyonluğun geleceğine inancım bir kat daha artmıştı ve şampiyon olacağımızdan hiç şüphem yoktu benim. Ama yine de aklımın ucunda her Fenerbahçe taraftarında olduğu gibi "Acaba bu sene de mi kaybedeceğiz?" düşüncesi hakimdi. Bu konuda dürüst olmak lazım. Ancak Aykut Kocaman ve futbolcular bunları bir kenara koyup, Sivas'tan şampiyon olarak döndüler ve 2007 yılında gelen şampiyonluktan sonra tam 4 yıl aradan sonra Fenerbahçe ligi şampiyon tamamladı.

Sezon başında Aykut Kocaman'ın takımın başına gelmesine ve bu doğrultuda yapılan transferlere sallayan bir güruh vardı. Ancak şimdi görüyorum ki, o dönem ve sezon içerisinde Aykut Kocaman'a sallayanlar, şimdi şampiyonluğa daha çok seviniyorlar. Bu çok garip bir şey açıkçası.

Ben Aykut Kocaman'ın takımın başına geldiği ilk gün, her ne olursa olsun, takım nasıl sonuçlar alırsa alsın, Aykut Kocaman'ın arkasında durulması gerektiğini savunmuştum ve takım yapılan transferler ile bir değişim sürecine girmişti o ara. Ancak birkaç maç sonra çatlak sesleri duyulmaya başlanmıştı ve "Aykut Kocaman bu işi bilmiyor"cuların sayısı aniden artmıştı. Takım için öyle bir maç vardı ki, o maçın ardından futbolcuların da dediği gibi, o maçın ardından Fenerbahçe ayağa kalkmıştı artık ve şampiyonluğa yürümeye başlamıştı yavaş yavaş. O maç, Yeni Malatyaspor maçıydı herkesin tahmin ettiği gibi.

İkinci yarıda takımın yakaladığı çılgın form grafiğine rağmen sezon sonu ikili averaj sayesinde şampiyonluğun gelmesi de biraz ilginç. Ama bu takımın 9 puan geriden gelip şampiyon olduğunu unutmayalım. Özetle ; Tebrikler Aykut Kocaman, Tebrikler Fenerbahçe!

Ve O Gün
O kadar yazmışken, şampiyonluk kutlamalarının yapıldığı günü yazmazsam olmaz. Şampiyonluğun dört yıl aradan sonra gelmesiyle artık tüm Fenerbahçeliler sokaklara dökülmüştü. Ve tabii ben de hem Sivasspor maçından sonra hem de ertesi günü Bağdat Caddesinde ki ve stattaki kutlamalarda yerimi almıştım.

 Bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum doğrusu. Özellikle stattaki kutlamalar gerçekten görülmeye değerdi. O gün stad'a gelemeyen taraftarlar cidden çok şey kaçırdı çok. Tabii bu kutlamaların bir bedeli vardı benim için. Bu iki günlük kutlamanın faturası bana iki ayağımın da ertesi gün su toplamasıyla beraber geri dönmüş oldu. Ama olsun, ona rağmen mutluyum.

17 Mayıs 2011

Yazmak Ya Da Yazmamak

Aslına bakarsanız, şu son iki saate kadar, aklımın ucundan bile geçmiyordu böyle bir yazı yazmak. Bu yazıyı yazmamdaki en temel neden, formspring'de gelen bir mesajdan kaynaklı bir durum. Mesajın içeriğinde bugüne kadar buraya yazdığım yazıların tamamen zorlama yazılar olduğu ve benim yazdığım yazılarda masal anlattığım, hatta gerçekçi olmadığım yönünde bir sürü şey vardı. Her şeyi bir kenara bırakıp, bu yazıdan bağımsız olarak şunu söylemek lazım ki, biz millet olarak bir şeyi eleştirmeyi, en ufak bir hatayı insanların gözüne sokmaya bayılan bir toplumuz. Olumlu ya da olumsuz, bir şekilde eleştiri yapmayı çok seviyoruz yani. Bu paragraf için uzun lafın kısası, blog yazarları arasında eleştirilerden nasibini alanlar arasına ben de katıldım diyebilirim en azından kendi adıma.

Blog yazan herkes bilir. Blog tutmanın veya işte blog yazmanın özü şudur ; açtığın blogda dilediğin gibi sadece kendi fikirlerini, tamamen amatör olarak görüşlerini kaleme alırsın ve yayınlarsın. Sonra insanlar bu yazdığın şeyi okur ve gerektiği yerde fikir alışverişinde bulunursun karşılıklı olarak. Blog yazmanın temeli budur aslında. Ama bizim ülkemizde bu durum çok farklı bana göre. Şu açıdan farklı ; öncelikli olarak blog tutan/yazan kişilere çok farklı bir gözle bakıldığını düşünüyorum ben. Mesela sen bir yazıya emek vermişsin, o kadar yazmışsın, çabalamışsın ancak karşındaki insan, eleştirmek için bile olsa, çıkıp o yazıya demediğini bırakabiliyor.Yani bunun örneklerine birçok kez şahit olduk. Bazı insanlar, bu işin tamamen amatörce bir şey olduğunu unutuyor net bir biçimde ama neyse. En azından blogları düzenli olarak takip eden insanlar, ne demek istediğimi anlıyorlardır üç aşağı beş yukarı.

Ben blog yazma işini tamamen zevk için yapıyorum. Tamamen arşiv amaçlı. Aman herkes beni takip etsin, en çok benim yazılarım okunsun diye de bir amacım yok asla. Hâl böyle olunca, okuyucunun da yazıyı yazan kişiye en azından saygı göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Yani bu olay sadece benim için değil, blog yazan herkes için geçerli bir durum.

Sonuç olarak, öyle uzun uzun paragraf paragraf lafı uzatıp, insanların canını sıkmak istemiyorum boş yere. Demem o ki, yapılan işe, en azından biraz saygı gösterelim. Bunu yapmak sanırım pek fazla zor bir şey olmasa gerek?

Şunu da söylemekte yarar var ayrıca. Ben bu yazıyı, gelen malum mesaja cevap olarak yazmadım, o işin bonus kısmı oldu biraz açıkçası. Bununda bilinmesini isterim. Sonra yanlış anlaşılma olmasın yani.

16 Mayıs 2011

Omuz Omuza Şampiyonluğa...

Fenerbahçe 6-0 Ankaragücü

Öyle uzun uzun maçı değerlendirmeyeceğim. Zira her şey ortada. Şunun şurasında yalnızca bir hafta kaldı ve bir hafta sonra bir aksilik olmazsa şayet, bu takım sezonu şampiyon tamamlayacak. Yani uzun lafın kısası şu ki ; şampiyonluğa yalnızca bir maç kaldı!

13 Mayıs 2011

Diana Taurasi Transferi : Galatasaray & Fenerbahçe Rekabeti

Blogger'ın kendi içindeki sorunlardan dolayı herkes gibi ben de bloga erişemiyordum dünden beri. Hâl böyle olunca buraya yazacağım şeylerde kaynadı kısa bir süreliğine tabii. Bu zaman zarfı içinde en önemli gelişme, Diana Taurasi'nin Galatasaray'a transferinin gerçekleşmesi oldu şüphesiz. Aslına bakılırsa bloga bugüne kadar basketbol üzerine hiç yazı yazmamıştım lakin, transfer beklenenden fazla ses getirince bir şeyler karalamak istedim buraya.

Diana Taurasi'nin Galatasaray'a transferini değil de, ilk olarak bu işin evveliyatına inmek gerekir öncelikle. Taurasi Fenerbahçe'ye geldiğinde en az şu an ki aşamada olduğu gibi baya bir ses getiren bir transfer olmayı başarmıştı. Zira Fenerbahçe belki de WNBA'in en önemli oyuncularından birisini transfer etmişti ne olursa olsun. Hani normalde böyle çok ses getiren transferler genellikle hayal kırıklıkları ile sonuçlanır ya, bu transfer Fenerbahçe için yalnızca saha dışında ses getirmek için yapılmış bir transfer değildi ve Taurasi forma giydiği süreçte de cidden çok önemli işler yaptı kısa zaman içerisinde.

Sahada yaptıklarının yanında, saha dışında da bundan birkaç ay öncede malum bir doping skandalı yaşandı bilindiği üzere. Bana sorarsanız, Taurasi'nin Fenerbahçe kariyerini bitiren nokta bu doping meselesiydi.  Dopingli olmadığını yeri geldiğinde birçok kez belirtmesine rağmen, alınan kararlar doğrultusunda bir şekilde Taurasi Fenerbahçe'den kopartıldı ve aradan belli bir süre geçtikten sonra aslında Taurasi'nin doping yapmadığı gerçeği çıktı ortaya. Ortaya çıktı çıkmasına ama bir yerde artık Fenerbahçe için Taurasi defteri hepten kapanmıştı bir yerde. İşte şimdi de Galatasaray'a transferi gerçekleşti sonuç olarak.

Fenerbahçe'de oynadığı dönem içinde dopingli çıkmasının ardından ortalığı yangın yerine çevirenler ve fırsattan istifade demediğini bırakmayanlar, şimdi çıkmış bu oyuncuya kucak açıyorlar. Bundan birkaç ay önce olan olayları ne çabuk unutmaları da gerçekten garip bir mesele. Ama bu saatten sonra söyleyecek pek söz yok yani. Taurasi Galatasaray'a hayırlı olsun demekten başka...

12 Mayıs 2011

Şampiyon!

Fenerbahçe'de Voleybol branşında son birkaç sezonda yapılanlar ortada. Takımın bu noktaya kadar gelmesinde Mehmet Ali Aydınlar'ın katkısını es geçmemek gerekir. Çünkü takımın bu seviye'ye gelmesinde emeği tartışılamaz ve sonuç itibariyle Fenerbahçe Acıbadem hak ettiği bir şampiyonluğu kazandı.

Biraz da dün akşamki maça değinmek gerekirse de, maç hakikatten müthiş bir havada başladı ve taraftarlarında gazıyla takım iyi bir hava yakaladı. Müthiş geçen iki setin ardından 2-0'lık skor takımı belli ki rehavete sokmuştu ve ardından Vakıfbank'ın üstünlüğü ile geçen iki set izledik. Yani belki de Fenerbahçe'nin güle oynaya kazanacağı bir maçı riske atması ebette biraz moral bozdu. Tam "Eyvah maç gidiyor" moduna girmişken, Vakıfbank'ın yaptığı üst üste hatalarla şampiyonluk Fenerbahçe'ye geldi. Bu şampiyonluğun bana göre en önemli yönü ise, Fenerbahçe, hatırlanacağı üzere Şampiyonlar Liginde yine Vakıfbank'a çok dramatik bir şekilde kaybetmişti ve belki de yine bir şampiyonluktan olmuştu. Ancak şimdi onun rövanşını aldılar ve gerçekten önemli bir işe imza attılar.

Teşekkürler Sarı Melekler...

9 Mayıs 2011

Nuri Şahin Real Madrid'de

Bu transfer gerçekleşmeden önce yani resmi açıklama yapılmadan öncesine kadar, transferin gerçekleşmeyeceği yönünde bir his vardı içimde ama bugün itibariyle Real Madird'ten açıklama geldi ve Nuri Şahin 6 yıllığına Real Madrid ile anlaştı. Bu transfer gerçekleşene kadar bir sürü şeyler söylendi. Türk oyuncuların Avrupa'da büyük kulüplerde oynayabilmesi için Mesut örneğinde olduğu gibi başka milli takımları tercih etmesi gerektiği şeklinde bir sürü şeyler söyleniyordu ancak hiçte öyle konuşulduğu gibi olmadı bence bu transfer.

Mesut'un Real Madrid'e transferinin resmiyet kazanmasının ardından en çok konuşulan konu, Mesut'un orada forma şansı bulup bulamayacağıydı fakat sezon başladıktan sonra bu söylenenler, yalnızca söylenti olarak kaldı. Mourinho sezon başından itibaren elinden geldiği kadarıyla Mesut'u her maçta oynatmaya çalıştı ve Mesut'ta buna performansı ile cevap verdi. Aynı şey şimdi Nuri içinde geçerli. Yine aynı şeyler konuşuluyor ve Mesut örneğinde olduğu gibi Nuri'de burada forma şansı bulacaktır rahatlıkla. Zaten Mourinho forma şansı vermeyecek olsa, neden Nuri'nin transferinde ısrarcı olsun ki?

Nuri, ülkemizi çok iyi bir şekilde temsil edecektir İspanya'da. Valencia'lı Mehmet Topal örneğinde olduğu gibi. Bir de ayrıca şöyle bir durum var ki, Madrid'e transferi konuşulan bir diğer isim ise, Hamit Altıntop. Eğer onunda transferi gerçekleşirse, Türk futbolu açısından çok önemli transferler gerçekleşmiş olur kısa bir süre içerisinde. Bayern'de olduğu gibi, Madrid'te de rahatlıkla uyum sağlayacaktır Hamit, tabii transferinin gerçekleşmesi durumunda.

Karabükspor 0-1 Fenerbahçe

Kalan üç maç arasında en çekindiğim ve puan kaybetme ihtimalinin en yüksek olduğu maçtı Karabükspor maçı. Maçın zorlu olmasının yanında bir de maç oynanmadan önce bütün hafta boyunca bir tartışma konusu, Emenike'nin sakatlığı ve hâliyle bu maçta oynayamayacak olmasının üzerinden bir sürü senaryolar yazıldı, çizildi. Vay efendim Fenerbahçe maçı satın almış gibi bir sürü şeyler yazıldı bloglarda ve birçok yerde ve bu söylentilere rağmen Karabükspor çıktı mücadelesini ortaya koydu güzel bir bir biçimde. Ama tabii görünün o ki, hâlâ ikna olmamış bir güruh var ama neyse. Uzatmayalım fazla bu konuyu.

Karabükspor maçının kalan üç maç içerisinde en zorlu maç olduğunu söylemiştik ve maça Fenerbahçe daha istekli başlayan taraf oldu. Maçın ilk bölümlerinde özellikle de ilk 10 dakikada sanki Fenerbahçe maçı farklı kazanacakmış gibi bir hava vardı fakat zamanla Fenerbahçe buduğu pozisyonlardan yararlanamayınca ve gol bulmak için topluca Karabükspor kalesine hücum ettiği için savunmada çok büyük akasaklıklar yaşandı. Bunda Aykut Kocaman'ın maça tıpkı geçen hafta olduğu gibi sol tarafta Andre Santos-Stoch ikilisi ile başlamasının etkisi de vardı elbette. Stoch, defansif yönü zayıf bir oyuncu olduğu için, o bölgeden bol bol pozisyon üretti özellikle ilk yarı boyunca Karabükspor.

Geçen hafta Belediye karşısında golün erken gelmesiyle takım daha rahat bir biçimde istediği oyunu sahaya yansıtmıştı fakat bu sefer durum adeta tersine döndü ve bu hafta golü erken bulan takım Trabzonspor'du. İlk yarıda gol gelmeyince ve hâliyle Trabzonspor'da maçı önde götürünce takımda bir panik havası oluşmuştu doğal olarak.  Lugano'nun golü çok kritik bir dakikada geldi ve hani beklenen gol, dakika açısından biraz daha gecikseydi, Fenerbahahçe için puan kaybetme ihtimali yüksek bir maç olabilirdi bu maç ama buna Lugano izin vermedi tabii.

Birkaç cümle de Niang için sarf etmek istiyorum ayrıca. Dün akşam bana göre Fenerbahçe'de en çok sırıtan oyuncusuydu. Bunu twitter'da da yazmıştım ve buraya da yazayım. Ben Aykut Kocaman'ın yerinde olsaydım, bu maç için yine Semih ile başlardım maça. Ama tabii yalnızca bu benim şahsi düşüncem. "Semih'i tercih ederdim" dememin nedeni ise çok açık. Niang'ın malum bir sakatlığı vardı ve maç eksiğinden dolayı fazla katkı vermesi beklenemezdi zaten aniden ve veremedi de zaten. Ama sonuç olarak, Alex dün akşam iki kişilik oynayarak Niang'ın açığını da kapattı bir yerde.

Velhasıl, Fenerbahçe şampiyonluk yolunda en zorlu maçı atlattı ve önünde yalnızca iki maç kaldı şampiyonluk için. Kalan maçlar, kağıt üzerinde kolay olarak görünün maçlar ama yine de takımın her maça aynı ciddiyetle çıkması şart. Bunun en yakın örneği olarak ise, geçen sezonun sonunu rahatlıkla gösterebiliriz.

7 Mayıs 2011

İzledim : Rec & Rec 2

Çok fazla fırsatım olmasa da, yeri geldiği zaman film izlemeyi hatta daha çok korku filmi seyretmeyi seven birisiyimdir. Bloga ilk kez izlediğim bir filmi yazıyorum ve o açıdan baktığımız zaman da, bu yazının önemi oldukça fazla. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine Rec, yani diğer bir adıyla 'Ölüm Çığlığı'nı izlemeye karar verdim. Rec 1, esasında 2007 yılında gösterime girmiş bir film. Yani ben filmi izlemek konusunda biraz geç kaldığımı fark ettim ve filmi izleyince uzun bir süre etkisinden kurtulamadım.

Pası filmin konusuna atacak olursak, konu açısından gayet başarılı bir film olduğunu söylemek mümkün. Angela -yani filmdeki ana karakterimiz- bir TV muhabiridir ve itfaiyecileri konu alan bir program hazırlamaktadır. hâliyle böyle bir program hazırlayınca, itfaiyecilerin çalışmalarını da canlı olarak seyircilere yansıtırlar doğal olarak. Gelen bir ihbar üzerine yaşlı bir kadının evine giderler ve bu dakikadan itibaren filmin tam anlamıyla start aldığını söyleyebiliriz. Bu dakikadan sonra şöyle bir durum vardır ki, bu yaşlıkadının saldırgan tavırlarının nedeni, bir virüstür. Zamanla bu virüs olay yerindeki yani o binadaki çoğu kişiye yayılmıştır ve bu virüs, insanları saldırgan bir hâle getirmektedir.

Filmin amatör bir kamerayla ve tek bir kamerayla çekilmiş olması, filmi daha bir izlenesi duruma getiriyor. Buna yakın olarak 'Son Ayin' filmini izlemiştim ve o da tek bir kamera ile çekilmiş başarılı bir filmdi. Neyse, tekrar filme dönecek olursak, bu virüsün asıl kaynağı küçük bir kızdır ve bu durum biraz geç anlaşılmıştır ve bu dakikadan itibaren artık iş işten geçmiştir. Virüs, insanlar arasında birbirine yayılınca bu kişilerin o binadan çıkmasına da izin verilmez ve aslına bakılırsa, ikinci filmde buna yakın bir görüntü içerisinde geçer.

Filmin Özeti : Genç bir TV muhabiri olan Angela ile haber kameramanı Pablo, itfaiyecileri konu edinen bir program hazırlamaktadırlar. Oldukça sıkıcı geçen program bir telefonun gelmesiyle hareketlilik kazanır. Yaşlı bir kadının geçirdiği ev kazası ile ilgili gelen bu ihbar üzerine Angela ve Pablo itfaiyecilerin peşine takılır. Kadının evine varan ekip, evin içinden korkunç çığlıklar duyarlar. Bundan sonrası hafızalardan çıkmayacak bir kabustur.
Serinin ikinci filmi ise, birinci filmin devamı niteliğinde. Birinci filmin bittiği yerden start alıyor yani film. İkinci filmin konusu ise ; ilk filmdeki karakterlerin durumu ortada olunca, bu insanları kurtarmak için bir kurtarma ekibi hazırlanır ve bu tim, binaya girer. Virüs artık binadaki tüm insanlara yayıldığı için çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Tabii bu ekibin elinde silah ve gerekli malzemeler olamsına rağmen, kayıplar verirler ve bir papaz eşliğinde hastalığın önüne geçmek için -ilk filmde bahsettiğim- kızın kanına ulaşmaya çalışırlar ve bu dakikadan itibaren olaylar gelişir.

Tıpkı serinin ilk filminde olduğu gibi yine tek kamera eşliğinde film çekilir ve yine bol bol vahşet içeren, sürükleyici bir film olmayı başarmıştır Rec 2. Genel olarak bakarsak, iki filmi de ben gayet başarılı buldum. Yanılmıyorsam serinin üçüncü filmi de çekilmiş vaziyette ve en yakın zamanda onu da izlemek gerek mutlaka.

4 Mayıs 2011

Fazla Uzaklara Gitmemek Lazım

 Genelde üç büyük İstanbul kulübünün, bunların içine Trabzonspor'u da dahil edersek, dört büyük ekibin izledikleri transfer politikaları genelde eleştirilir. Şöyle ki ; ufak tefek birkaç istisnanın dışında özellikle yapılan forvet transferleri son birkaç sene içerisinde bu dört büyük kulüp için istenilen verimi alamadılar genelde bu transferlerden. Ödenen yüksek transfer ücretlerinin yanında bir de Süper Lig'in dışında 1. Lig'de yapılan transferler zamanla çok ilgili çekici bir hâle gelebiliyor.

Mesela geçtiğimiz sezon Karabükspor bu açıdan çok önemli bir işe imza atmıştı. Emenike'yi çok düşük bir maliyet ile takıma kazandırmışlardı ve o sezon Emenike ligde gol krallıında ikinci olmuştu ve bunun yanı sıra Karabükspor'un Süper Lg'e çıkmasında da büyük bir pay'a sahipti. Bu sezon ise Süper Lig'de de aynı istikrarı gösteriyor ve şu an ligde 15 golü var. Attığı 15 golün yanında, bununla birlikte bonservis ücreti olarakta çok ciddi bir değer hâline geldi artık Emenike.

Bu sezon 1.Lig'de Samsunspor'da Karabükspor'un izinden yürüyor bir nevi ve onlarda çok düşük bir maliyet ile Zenke'yi kadrolarına katmışlardı Fransa'dan. Ve yine tıpkı Karabükspor gibi, onlar da bu yıl Süper Lig'e yükselmeye hak kazandılar. Bir aksilik olmaz ve Samsunspor bir yanlış yapmaz ve Zenke'yi önümüzdeki sezon elinden çıkarmaz ve ligde tutunmayı başarırlarsa, aynen Zenke'nin de bunservisi bir Emenike gibi tavan yapacaktır muhtemelen. Yani  demem o ki, bu dört büyük kulüp transferlere ve özellikle de forvet transferlerine bu kadar çılgın paralar öderken, bütçesi belli olan 1. Lig takımlarının böyle başarılı transferlere imza atması, gerçekten insanın bir nevi içini acıtıyor biraz. Elbette dört büyük kulübün aynı bu transfer politikasını uygulasın demiyorum ama en azından oyuncu satın alırken, biraz dikkatli hareket etmek gerekir.

2 Mayıs 2011

Resim #7

Dün akşam oynanan Fenerbahçe-İBB maçından bir kare.

Fenerbahçe 2-0 İBB

Ligde haftalar git gide azaldıkça hâliyle ligdeki heyecan da bir o kadar artıyor. Bu haftalar kesinlikle telafisi olmayan haftalar. O yüzden takımın da bunun bilincinde olarak hareket etmesi gerekiyor. Hani büyük takımların 'belalısı' olarak bilinen takımlar vardır yani. Mesela Beşiktaş'a Gaziantep, Galatasaray'a Eskişehir sürekli ters gelen takımlar olmuşlardır ve Fenerbahçe için de Belediye'yi örnek gösterebiliriz. Belediye'nin Süper Lig'e yükseldiği 2007-2008 sezonundan bu yana Fenerbahçe'nin galibiyet anlamında üstünlük kuramadığı tek takım Belediye'ydi ve dün akşam itibariyle bu tabu yıkılmış oldu bir bakıma.

Dün sahada oynanan oyuna değinmek gerekirse de, bütün bir hafta boyunca medya'da yer alan meşhur bir söylenti vardı. Neymiş efendim, Belediye Fenerbahçe'ye yatacakmış cinsinden bir sürü haberler yer aldı ve bana sorarsanız çıkıp ellerinden geleni yaptılar son dakikaya kadar. Fenerbahçe ise maça hakikatten çok iştahlı başladı. Maçı statta izledim dün ve maç esnasında o ilk 15-20 dakikalık periyottaki iştah, ligin ilk yarısında Fenerbahçe'nin puan kaybettiği belli birkaç maç vardı ve bu maçtaki iştahın yarısını puan kaybedilen maçlarda göstermiş olsalardı, Fenerbahçe bugün daha farklı bir şekilde liderliğini sürdürüyor olabilirdi ama olmadı işte.

Takımın maça istekli ve iştahlı başlamasının üzerine bir de bonus olarak ayrıca Stoch'un golünün gelmesi çok önemli bir olaydı. Bu golün gelmesinden sonra o arada Trabzonspor maçının da aynı saatte olmasından dolayı Trabzonspor'un panik yapacağı hissiyatı oluşmuştu üzerimde ama bu durum onları pek etkilemedi desek yeridir. İlk 20 dakikadaki çılgın başlangıçtan sonra takım doğal olarak bir duraklama süreci içine girdi maçta. Ancak ilk yarı bitmeden Alex'in golü artık Fenerbahçe için maçın sonu anlamını taşıyordu ve ikinci yarı genelinde oyunu rölanti bir tempo içinde yürüten takım görünümü içerisindeydi Fenerbahçe.

Maç genelinde takımın gösterdiği performans tamam, taraftarın gözünde takdir topladı belki ama gözden kaçırılmaması gereken bir husu vardı ki, o da tartışmasız savunma hattıydı bence. Yobo savunmanın ortasında gereğinden fazla aksadı dün akşam ve bu da Belediye'nin pozisyonlar üretmesi anlamına geliyordu. Yani dün akşam Fenerbahçe'nin karşısında hücum anlamında daha başarılı bir takım olmuş olsaydı, Fenerbahçe maçı bu kadar rahat bitiremezdi.

Bir de maç boyunca hiç susmayan ve takımı destekleyen Fenerbahçe taraftarını da tebrik etmek lazım. Herkesin gözünde şampiyonluğa olan inanç var ve taraftar bunu bilerek, bunun farkında olarak takımı destekliyor ve tek kelimeyle dün akşam da önemli bir etksi vardı taraftarın.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...