30 Ocak 2012

Futbol Plus!

Gerek dün, gerekse de bugün gerçekten peş peşe müthiş haberler aldığım günler olarak tarihe geçti, abartmıyorum resmen tarihe geçti yani. Bugün gelen bir mail üzerine, artık Futbol Plus dergisinde yazılarımı yazacağım. İlk yazım Mart sayısında yayınlanacak kısmetse. Büyük bir ihtimalle ilk yazıda kadınlar futboluna değineceğim. Benim için hayırlı, uğurlu olur inşallah!

Blogtivi

Blogun birinci yaş gününde tartışmasız en iyi hediyeyi Blogtivi programına katılarak almış olacağım sanırım. Bu Çarşamba (1 Şubat) saat 15:15'te Murat Türker ve Şeyda Baykal'ın konuğu olacağım. İzleyin, yorumlarınızı burada paylaşın! Unutmadan, Sportivi, Tivibu 77. kanalda!

Fenerbahçe 2-1 Mersin İdman Yurdu | Sow Gelince...

Son üç hafta, daha doğrusu son üç maç bize gösterdi ki, Fenerbahçe çok dengesiz bir takım oldu çıktı bu sezon. Ya çok müthiş oynuyorlar, ya da tam tersi çok kötü oynuyorlar. Henüz ortası yok bunun. Belediye maçında oynanan kâbus gibi futboldan sonra Mersin maçının ilk yarısı ilaç gibi geldi açıkçası. İlk yarı genelinde takım olarak çok iyiydi Fenerbahçe. Herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu, bu çok net ortadaydı yani. Şu haftaya kadar yaka silktiğimiz Bienvenu bile ilk yarı boyunca Mersin stoperlerine baskı yaptı, çabaladı en azından bir şekilde. Bu maçta oynadığı oyunu sezon genelinde oynasaydı, Fenerbahçe şu an çok farklı noktada olurdu, bunu her zaman söylüyoruz. Tabii Bienvenu'nün birden patlama yapmasının altında Sow'un transfer edilmesinin etkisi de var. Her halükârda kendisinden kat be kat daha iyi bir oyuncu transfer edildi çünkü o bölgeye.

Stoch için artık ekstra bir şey söyleyemeyeceğim. Adam her maçta şahane oynuyor, gol atıyor, asistler yapıyor. Ben artık ciddi ciddi ona 'ikinci Alex' gözüyle bakmaya başladım. Ayrıca, bu adam normal bir gol atamıyor efendim. Yine o klasik gollerinden birini attı dün akşam. Benim deyimimle ; "Stoch yine Stoch golü attı"

İlk yarı için neler söylesek, neler yazsak azdır. Ancak ikinci yarı için aynı şeyleri söylemek imkansız. İkinci yarı boyunca oynanan oyunu görünce aklıma Daum döneminde oynanan futbol geldi. Skorun üstüne yatmaya çalışan, hiçbir varlık gösteremeyen bir Fenerbahçe vardı sahada. E hâliyle bu şartlarda Mersin'in golü bulması da kaçınılmaz olmuştu. Soğuk havayla beraber yine rahat bir maç izleyemedik ama maçın sonunda kazanmak elbette güzeldi, ikinci yarıdaki kötü futbola rağmen... Bu arada, dün akşam hava hakikatten çok soğuktu. İki sene önce Denizlispor ile oynanan maçta bile bu kadar üşümemiştim, o kadar söyleyeyim.

1 Sene!

Evet, bugün tam bir sene oldu. Bir sene önce bugün, bu blogu açtım. İyi kötü, bir şekilde dilim döndüğünce içimden geçenleri buraya aktarmaya çalıştım. Olumlu veya olumsuz birçok tepki aldım ama yazmak, içini dökmek gerçekten güzel bir olay. Bu bir sene boyunca yazılarımı okuyan, fikirlerini paylaşan herkese teşekkür ediyorum.

28 Ocak 2012

Kadınların Ceza Olarak Görüldüğü Bir Ülke Düşünün...

Mehmet Ali Aydınlar yönetiminin göreve geldiği ilk günden bu yana Türk futbolunda bazı şeyleri değiştirmek istediği aşikâr. Her ne kadar bu değişikliklerin birçoğunu yüzüne gözüne bulaştırsa da, bir çaba içerisinde olduğu kesin. Bu değişiklikler içerisinde benim en hazmedemediğim, daha doğrusu saçma bulduğum şey, seyircisiz maçlara yalnızca kadın ve çocuk taraftarların alınmasıydı. İlk etapta bu karar alındığında çoğu kişi "aa ne güzel bir uygulamaymış canım" gözüyle bakıyordu ama asla öyle bir durum söz konusu değildi. Bu düpedüz pozitif ayrımcılıktır en başta. Hem kadınların 'ceza' olarak görüldüğü başka bir ülke var mıdır yeryüzünde? Bence yoktur, bu kesinlikle cahillikten öte bir şey değildir.  Bu uygulamanın tek artı yönü, bu güne kadar hiç maça gitmemiş kadınlar, maça gitmiş oldu. Onun dışında hiçbir esprisi yok yani.

Aklıma gelmişken, aynı şey geçtiğimiz günlerde Hollanda'da Ajax-Alkmaar maçında uygulanmaya çalışıldı ama yok, orada da olmadı. Zaten orada olmuyorsa, bizim ülkemizde olmasını beklemek hâyâlcilikten başka bir şey olmaz. Ben en başından beri hep şunu savunmuşumdur ; Federasyon herhangi bir olayından sonra kulüplere ceza vermektense, şahıslara ceza vermelidir. Türkiye'de böyle bir olayın olması tabii ki imkansız ama, normal şartlarda olması gereken budur.

27 Ocak 2012

Bienvenu Aslında O Kadar Kötü Bir Forvet Değil

Bunu artık yazmaktan gına geldi ama şu meşhur 3 Temmuz'dan sonra takımdan ayrılan oyuncuların arasında Niang'ın da olması, bir forvet transferini zorunlu hâle getirmişti Fenerbahçe için. O kaos ortamında transfer yapmak, yönetimin aklına gelecek en şeydi, o kadar sıkıntının içinde forvet transferi de unutulmuştu bir bakıma. Hatta bu transfer bile, transfer döneminin son gününde gerçekleşmişti.

Bienvenu'ye ilk etapta 'kapalı kutu' gözüyle bakılıyordu. Doğrusu ben bile adını daha önce hiç duymamıştım. Bir tek Young Boys ile yapılan maçta Fenerbahçe'ye attığı golle tanımıştı onu herkes. Velhasıl biraz beklentilerde büyüktü kendisinden. Beklentilerin büyük olmasının tek nedeni, tabii ki Niang'ın sergilediği performanstı. Hani bir laf vardır ya, "gelen gideni aratır diye" işte Bienvenu tam böyle bir oyuncuydu, hâlâ da öyle gerçi.

Şu güne kadar bekleneni verememesi, Sow transferinin gerçekleşmesine neden oldu. Ama şu güne kadar bekleneni verememiş olmasına rağmen ben Bienvenu'nün kötü bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum asla. Tamam, gol kaçırıyor, saç baş yolduruyor bizlere ama takımdan gönderilmesi şu ortamda yanlış olur. Benim şahsi fikrim, bonservisiyle gönderilmesinden ziyade, en azından kiralık yollanması. Yaşı daha çok genç çünkü, biraz sabır etmek gerek özetle.

Beraberliğimiz Bilet Fiyatlarıyla Gölgelenmesin!

Geçen gün Emporio Armani maçının bilet fiyatlarıyla ilgili bir yazı yazmıştım. Açıkçası o yazıdan sonra Panathinaikos ve Unics Kazan maçlarında fiyatların en azından bir nebze olsun düşürüleceğini umuyorduk ama Fenerbahçe yönetimi sağ olsun yeni ayağına taraftarlara "yolunacak kaz" gözüyle bakmaya devam ediyor.

"Kandırmayın Fenerbahçelileri..."

Bu laf size bir yerden tanıdık geldi mi? Gelmiştir elbette, gelmemesi mümkün değil zira. Alex'in Fenerbahçe'ye transferi gerçekleşmeden önce böyle bir yazısı vardı Fatih Altaylı'nın.Tıpkı Alex transferinde olduğu gibi, Sow gelmeden önce buna benzer laflar eden birçok insan vardı ortalıkta. Ama artık Sow resmen Fenerbahçe forması giyecek, dört yıl boyunca.

Böyle bir transferin gerçekleşmesi ta en başından beri bekleniyordu. Bienvenu ve Semih'in oynadıkları futbol, "bir yere kadar" dedirtmişti artık. Bundan yaklaşık bir hafta önce Sow ile ilgili bir yazı yazmıştım. Orada "gelmesin, ben bu transfere karşıyım" gbi laflar etmiştim lakin bu tamamen Sow'un Afrika Uluslar Kupası'nda forma giyecek olmasından dolayıydı. Sağ olsun Senegal sürpriz bir şekilde turnuvaya veda etti de, Fenerbahçe'nin Sow'a çabucak kavuşmasını sağladılar.

Sow eğer takıma çabuk uyum sağlayabilirse kesinlikle ikinci bir Niang olabilir, olmaması için hiçbir neden yok ortada. Ha gönül isterdi ki Sow ile Niang'ı yan yana izleyelim ama malum olaylar buna izin vermedi, neyse kısmet değilmiş diyip işimize bakalım biz.

Sow'a ödenen bonservis bedeline laf edenleri de anlamıyorum. Sezon başında Emenike transfer edildiğinde yine buna yakın bir meblağ ödenmişti Emenike'ye. Karabükspor çıkışlı bir oyuncuya bu kadar para veriliyorsa, Lille'de forma giymiş, Şampiyonlar Ligi görmüş bir oyuncuya bu kadar para verilmesi, gayet normal bence. Ayrıca bu transferin gerçekleşmesi bazı şeylerin sinyallerini verdi bizlere, bu da gözlerden kaçmasın yani.

26 Ocak 2012

Yine Aynı Film

Gary Lineker'in bir sözü vardır ; "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur" diye. Bence şu an "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Barcelona'nın kazandığı bir oyundur" demek kesinlikle daha doğru olur. Real Madrid son bilmem kaç senedir Barcelona'ya karşı deplasmandaki en iyi futbolunu oynadı ama olmayınca olmuyor bazen. Ömer Üründül'ün de dediği gibi ; "Futbol gerçekten çok enteresan bir oyun"

25 Ocak 2012

Bi' 'Onur Mücadelesi' Vardı, Sahi Ne Oldu O'na?

Belediye ile deplasmanlarda yapılan maçlar Fenerbahçe için hep sıkıntılı geçmiştir. Artık bunu söylemekten bıkkınlık geldi ama durum aynen böyle. Geçen sene yine burada Belediye'ye karşı elde edilen galibiyetten sonra bu sene de beklentiler yine büyüktü Fenerbahçe'den.  Ama yine evdeki hesap çarşıya uymadı ve Fenerbahçe sahadan mağlubiyetle ayrıldı. Kötü oynayarak ayrıldı hem de. İyi oynamış veya kötü oynamış, bu sezon işin o kısmı benim pek umrumda değil, çoğu taraftar gibi.

3 Temmuz'dan bu yana yaşanan gelişmelerden sonra, herkes bu sezonu gözden çıkartmıştı ve takım sahaya 'onur mücadelesi' vermek için çıkıyordu. Bu haftaya kadar alınan iyi sonuçlardan sonra o 'onur mücadelesi' fikri herkesin aklının bir köşesindeyken, kötü sonuçlar alındıktan sonra da, yaşanan her şeyi unutup sağa sola saldırmaya başlayan bir kesim vardı maalesef, hâlâ da var gerçi. Aslına bakarsanız, kötü oyun ve mağlubiyete rağmen ben normal maç yazımı yazıp önüme bakacaktım bugün lakin twitter'da gördüğüm birkaç tweet üzerine fikrimi değiştirdim ve maç yazısı yerine böyle genel bir yazı çıktı ortaya.

Ne diyordum? Heh, hadi takımı eleştirirsin, olumsuz yorumlar yaparsın eyvallah, ona kimse ses etmez de, sen çıkıp Aykut Kocaman'a böyle bir ortamda ana avrat küfür edersen, işte o zaman olay farklı boyutlara taşınır. Bu takımda küfür edilecek en en en son isim Aykut Kocaman'dır, artık bazı insanlar şunun farkına varsa, her şey daha güzel olur bence. Bunu sürekli söylemişimdir. Fenerbahçe iki maç kazandıktan sonra "Sen bizim Kocaman gururumuzsun" diye tezahürat yapan adamlar, takım kötü oynayınca, kötü sonuç alınca da böyle küfür edebiliyorlar işte. O yüzden sizlere söyleyecek pek fazla sözüm de yok, bari bırakın da, mümkünse bu sezona 'onur mücadelesi' gözüyle bakan kişilere ayıp etmeyin, yazıktır.

O An #2

24 Ocak 2012

Real Madrid'in Kazanma İhtimali?

Dünyada hangi futbolsevere sorsanız, ilk sıraya gözü kapalı bir biçimde Real Madrid-Barcelona maçlarını koyar her açıdan. Bu benim için de böyledir tabii. İki takımın kadro kalitesini hiç tartışmayacağım, tartışırsam çarpılırım zira. Benim için her El Clasico'da kimin forma giydiği pek umrumda olmaz. Bunun sebebi ise, o maçta sahaya çıkan 22 futbolcu da aynı kalitededir benim gözümde. Bu adamlar boşu boşuna dünyanın en iyi iki kulübünde forma giymiyorlar neticede.

Her ne kadar kadro kaliteleri, güç dengeleri aynı olmasına rağmen şu an bu iki takım arasında çok açık bir uçurum var, bunu kabul edelim. Bunu bir Real Madrid hayranı olarak söylüyorum. Real Madrid'in en iyi, en formda olduğu zamanda bile aşağı yukarı son dört senedir oynadıkları maçlarda kazanan çoğu zaman Barcelona olmuştur. Geçen yazmıştım, bu durum tıpkı Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinde, Fenerbahçe'nin Kadıköy'de Galatasaray'a kurduğu üstünlük ile eş değer diye. Real Madrid'in farkı, Barcelona'ya karşı her yerde kaybediyorlar. Mekân pek fark etmiyor onlar için.

Hani klişe bir tabir vardır ya ; "son düdük çalmadan asla maç bitmez" işte bu tabir tam Real Madrid ile uyuşuyor. Özellikle Madrid'de oynanan son maçlarda "Bu sefer kazanacağız galiba" gözüyle baktıkları maçları kaybettiler hep. Deplasmanda ise durum daha vahim Real Madrid için, orada da yenilmekle kalmayıp, farklı mağlubiyetler de alabiliyor. 2010'da 5-0'lık bir sonuçla ayrılmışlardı sahadan mesela.

Son olarak, yazının başında "bu maçlarda kimin forma giydiği pek umrumda olmaz" demiştim ama şuna da değinmeden bitirmeyeyim yazıyı. Şayet Guardiola yarın maça Valdes ile başlarsa, bir ihtimal Real Madrid'in kazanma ihtimali olabilir...

23 Ocak 2012

Kadınlar Futbolu Üzerine & Lig Statüsü

 Beni bilen bilir, kadınlar futboluna oldum olası hep bir ilgi vardır içimde. Bunu arkadaş ortamında filan dile getirdiğimde "aaa kadınlar futbolu da takip edilir mi be" şeklinde tepkiler alırım ama buna hiçbir zaman anlam verememişimdir. Yeri gelmişken şunu da itiraf edeyim. Bana kadınlar futbolunu sevdiren adam, tartışmasız Dağhan Irak'dır. Üç sene önce Avrupa Şampiyonası'nın olduğu dönemde kadınlar futboluna olan ilgim, hepten tavan yapmıştı. Onun dışında blogu açıldığı günden bu yana takip edenler varsa şayet, kadınlar futbolu üzerine birçok yazıma şahit olmuştur. Misal, en son Dünya Kupası'nın olduğu dönem oldukça fazla yazılar yazmıştım buraya.

Neyse, o konu bir yana, Türkiye'de kadınlar futboluna istenilen değerin verilmemesi hep canımı sıkmıştır benim. TFF, erkek futboluna verdiği önemin çeyreğini kadınlar futboluna verse verse, ülke olarak çok farklı yerlere gelebiliriz. Bunu hep söylemişimdir, ama böyle bir şeyin olması imkansız. "Neden imkansız?" diye sormayın, öyle işte.

Bugün TFF'nin sitesinde gezinirken kadın liglerinin statüsünün değiştiğini fark ettim. Federasyon iyi mi yapmış, kötü mü yapmış bilemedim doğrusu. Aslında benim bu yazıyı yazma sebebim de buydu tam olarak. Ben yine kendimi kaybettiğim için yazı çok farklı noktalara geldi istemeden.

Geçen sezona kadar Kadınlar birinci liginde toplam 12 takım yer alıyordu ve takımlar bir sezonda, birbirleriyle iki kez karşılaşıyordu, ligin sonunda, ligi birinci sırada bitiren takım, şampiyon oluyordu. Ancak Federasyon bu sezon bu statüyü baştan aşağı değiştirmiş ve yine toplam yine 12 takımın yer aldığı, iki gruplu bir sisteme geçmiş. Yapılan maçlar sonunda 1,2 ve 3. sıradaki takımlar final grubunu, 4, 5 ve 6. sırada yer alan takımlar ise klasman grubunu oluşturacakmış. Klasman grubu birinci bitiren takım final grubuna katılacak ve bu dört takım aralarında yapacakları maçlar sonunda şampiyon belli olacakmış.

Bir nevi bizim şu meşhur play-off sistemine benziyor bu. Maçların tarafsız sahalarda oynanacak olması da çok ilginç. Mehmet Ali Aydınlar ve yönetiminin maçları tarafsız sahalarda oynatma fetişizmi burada da devam ediyor. Zira aynı şeyi Türkiye Kupası'nda da yapmışlardı. Son olarak, bana soracak olursanız bu sene de şampiyonluğun en güçlü adayı, Ataşehir Belediye'si. Onlar, geçen seneyi de şampiyon tamamlamışlardı.

Fenerbahçe'nin Devre Arası Transferleri : Hâyâl Kırıklıkları

Geçen sene bu zamanları Fenerbahçe'nin "En iyi Devre Arası Transferlerini" yazmışım ve bu sene de hayal kırıklığı yaratan transferlere değinmek istedim. Aziz Yıldırım Fenerbahçe'de başkanlık yaptığı süre içerisinde birçok kez "Devre arası transfer yapmaya sıcak bakmıyoruz" şeklinde açıklamaları olmuştu. Bunda bir yerde haklı aslında. Çünkü bu zamanlarda transfer edecek oyuncu sayısı kısıtlı ve bu da ister istemez elini kolunu bağlıyor insanın. Transfer yapılacaksa da, genelde transfer yapmak için oyuncu almış olursunuz ki bunlar da genellikle sonu hayal kırıklıkları ile sonlanır.

1-Kerim Zengin

Fenerbahçe'ye transferi ilk olarak Paf takımda gerçekleşmişti. Fenerbahçe altyapısına katıldıktan sonra tekrardan geldiği kulüp olan Mersin İdman Yurdu'na kiralandı ve bu kiralık geçirdiği dönemin ardından Fenerbahçe'de forma şansı bulmaya başlamışttı. Yaşı genç olunca, beklentiler de bir hayli yüksek oluyordu doğal olarak, ancak bir türlü isteneni veremeyenlerden sadece bir tanesiydi Kerim Zengin. Esasında Zico'nun geldiği ilk sene, sezon başında forma şansı bulmuştu birkaç maçta ama olmadı, Fenerbahçe ile kimyası uyuşmadı ve bir süre sonra takımdan gönderildi.

2-Claudio Maldonado

Alex'in geçen gün bir açıklamasını okumuştum. "Maldonado, birlikte oynadığım en kaliteli futbolculardan birisiydi" tarzında bir açıklaması vardı, o açıklamayı görünce kısa süreli bir şok yaşadım. Zira Zico döneminde yapılan en kötü transferlerden birisiydi. Adama bir süre sonra 'bidon' gözüyle bakılmaya başlanmıştı. Gerçi ilk zamanları oyun stilini beğenmiyor değildim, oyunu basit oynayan bir görüntüsü vardı ancak onun da Fenerbahçe kariyeri çok kısa sürdü. Ayrıca Alex'in bir bildiği vardır diyelim yine de. :)


3-Abdülkadir Kayalı

 Abdülkadir Kayalı'ya 'kötü' transfer demek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama sonuç olarak o da bekleneni veremeyen isimlerden birisiydi. Abdülkadir'in ilginç yanı, A takım ile sadece bir maça çıkmamasıydı. Sessiz sedasız geldi, aynı şekilde takımdan ayrıldı bir sene sonra. Ha, şans tanınsaydı kötü mü olurdu? Elbette hayır, üstelik daha yaşı da gençti yani.

4-Gökhan Emreciksin

Gökhan Emreciksin de Aragones zamanında takıma transfer edilen isimlerden bir tanesi Yine Maldonado gibi, o da bekleneni verememişti tabii. Yanlış hatırlamıyorsam 2009 yılında Ankaragücü ile deplasmanda bir maçı vardı Fenerbahçe'nin. Gökhan Emreciksin'in adını ilk o zaman duymuştum ben. O maçta fena da top oynamamıştı aslında. Hatta "keşke şu çocuğu Fenerbahçe alsa ne güzel olur" filan demişliğim de vardır. Transferi gerçekleştikten sonra insanların ondan beklentisi çok büyüktü. Ama o da Aragones'in uğursuzluğundan mıdır nedir, istenen düzeye ulaşamadı bir türlü.

5-Gökhan Ünal

 Daum'un ikinci Fenerbaçe macerası sırasında devre arası takıma Trabzonspor'dan transfer edimişti. Açık konuşmak gerekirse, ben dahil hiçbir Fenerbahçeli bu transfere sıcak bakmamıştı o dönem, bundan kesinlikle eminim. Gökhan Ünal'ı ben Fenerbahçe formasıyla bir tek son haftada oynanan Trabzonspor maçındaki oyunuyla hatırlıyorum. Hoş, kaçırdığı o kadar golden sonra hatırlamamak pek mümkün değil ya, neyse.

22 Ocak 2012

Yorumsuz

Hakkarispor-Ağrıspor kadınlar futbol maçından iki kare... Aslında çok fazla şey söylemeye lüzum yok. Bu kareler Türkiye'de kadınlar futboluna ne kadar önem verildiğini, pardon verilmediğini de açık bir şekilde gösteriyor, yazık.

Çek bi' Özgür

 Yıllardır diğer takım taraftarlarının dillerine pelesenk ettikleri bir laf vardır ; "Fenerbahçe altyapısından futbolcu çıkmaz!" diye. Bunu ilk kim uydurduysa, çok yanlış bir laf etmiş. Çıkmaz olur mu? Elbette çıkar. Ankaraspor'a transfer olmadan önce hep duyuyorduk "Altyapı'da Özgür Çek diye bir çocuk var, gelecekte çok büyük işler yapacak" denirdi de inanmazdık. Ama hakikatten de öyleymiş. Bunu daha ilk maçtan gösterdi bizlere.

Türkiye'deki "genç oyuncu" algısı benim hep canımı sıkmıştır. 1991 doğumlu olmasına rağmen Özgür'e bile "genç" gözüyle bakılıyor. Hoş, Semih Şentürk'e 23-24 yaşındayken "Genç Semih" diyenlerin olduğu bir ortamda  bunu yadırgamamak gerek.

Özgür Çek'in Fenerbahçe formasını ilk sırtına geçirdiği maç, Gaziantepspor maçıydı. Ancak o maçta yalnızca bir dakika forma şansı bulduğu için o maç sayılmadı. O yüzden ilk resmi maçı, Konya Torku maçıydı. Belki bana inanmayacaksınız ama Konya maçının olduğu gün hava çok soğuktu ve maça gidip gitmeme konusunda epey kararsız kalmıştım. Özgür Çek'in forma giyeceğini duyunca sırf onu izlemek için tribündeki yerimi aldım. İlk maçı olmasına rağmen gayet başarılıydı, hiç sırıtmadı maç boyunca.

Böyle oyuncuların altyapıdan çıkıp gelip, A takımda forma giymeleri beni çok mutlu ediyor. Bunun bir diğer örneği de Recep Niyaz mesela...

Tel Örgü

 Premier Lig maçlarını izlerken hep içim giderdi. "Abi adamların tribünlerine bak, sahaya ne kadar yakın" filan derdim. Gerçi sırf İngiltere'de değil, birçok Avrupa ülkesinde tribünlerle saha arasında tel örgü bulunmuyor. Sadece İtalya'da var sanırım bu durum, bir de bizde. Onun dıışında Almanya, İspanya ve Hollanda'da böyle bir şey söz konusu değil.

2009 yılından önce Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda sırf kale arkası değil, tüm tribünlerde tel örgü bulunurdu. 2009 yılında Uefa Kupası finalinin İstanbul'da oynanacak olması münasebetiyle bu tel örgüler kaldırıldı. Uefa'nın talimatı o yöndeydi zira. Açıkça söyleyeyim, kaldırıldığı zaman mutlu olmuştum ben. Çünkü alt tribünden maç izlemek pek zevkli olmuyordu bu yüzden. İki sene böyle gittikten sonra, bu sezon Trabzonspor maçından önce taraftarlar sahaya girmesin, sıkıntı yaşanmasın diye bu tel örgüler yine yerleştirilmişti kale arkalarına.

Çok pardon ama o maçta bir olay yaşandı mı? Yaşanmadı. Kaldı ki sahaya girecek olan adam, bir şekilde girer o sahaya, durduramazsınız yani. Ama gelin görün ki, Trabzon maçından beri bu tel örgüler kale arkasında kaldı öyle. Yönetimden ricam ; lütfen kaldıralım şu tel örgüleri. Çok ilkel bir görüntü çıkarıyor çünkü meydana.

21 Ocak 2012

Tehlikenin Farkında Mısınız?

 Türkiye'de kimse sorsanız, Fenerbahçe'nin en iyi futbolcusu olarak ilk sıraya Alex'i koyar. Bana göre Fenerbahçe'ye gelmiş en iyi yabancı futbolculardan birisidir Alex. Onun forma giymediği maçlarda takımın çektiği sıkıntıları sürekli gördük. Hatta o maçlardan sonra "Alex'siz Fenerbahçe mümkün değil" veya "Alex gittikten sonra ne olacak bu Fenerbahçe'nin hâli?" diyenlere birçok kez şahit olduk.

Bu sezon ise Stoch'un şu ana kadar oynadığı futbolu göz önüne alırsak, ikinci bir Alex geliyor takıma. Geçen sezon "bu adam top oynayamıyor, çok korkak yahu" gibi tepki verenleri müthiş bir şekilde ters köşeye yatırdı desek yanlış bir şey söylemiş olmayız sanırım?

Her şey bir yana, böyle giderse Stoch çok canlar yakacak çok!

Fenerbahçe 4-0 Kayserispor | Lefter

 Kadıköy'de bugüne kadar 50'ye yakın veya daha fazla maç izlemişimdir. Bu 50 maçın 48 tanesinde güvenlik konusunda hiçbir sıkıntı yaşamadım. Yani elimi kolumu sallaya sallaya stada girmişimdir hep. Artık ne hikmetse, bu sezon ne olduysa bu güvenlik görevlilerine, ikinci defa stada girişte sorun yaşadım. Bu sezon ilk olarak -hangi maç olduğunu hatırlamıyorum- cüzdanımdaki bozuk paraları kaptırmıştım. Bu maçta da "öğrenci" kontenjanından yırttık çok şükür. Tabii yırttık ama buna rağmen hiç hoş hareketler değil bunlar.

 Maça gelecek olursak, Fenerbahçe iki haftadır çok iyi mücadele ediyor. En azından şu iki maçtır iştahlı bir takım izliyoruz, yaşanan onca gelişmeye rağmen. Bu maça da Manisaspor maçında olduğu gibi başladılar. Yalnız tek fark şuydu, Manisa maçında 90 dakikanın tamamına yayılan iştahlı oyunu Kayserispor karşısında sadece 20 dakika izleybildik.  Bu arada golün gelmesi de önemliydi elbette. Beklenmedik bir pozisyonda attı golü Alex, herkesen için sürpriz oldu desek yeridir.

Alex demişken, bugün Fenerbahçe sahaya kağıt üstünde forvetsiz çıkmıştı. Hâliyle maç öncesinde bunu biraz garipsedim. Sonrasında Alex'in istekli oyununu görünce "iyi ki maça böyle başlamış Aykut Kocaman" dedim kendi kendime, yalan yok. Bu maç bize gösterdi ki, 34 yaşındaki Alex, asıl mevkii forvet olmamasına rağmen Semih ve Bienvenu ikilisinden kat be kat iyiydi.

İkinci yarıda Alex'in penaltısından sonra Kayserispor'un direnci net bir biçimde kırıldı. Sonrasında da rahat bir maç izledik zaten. Bu arada yine Stoch'a değinmezsem çatlarım. Adam oynuyor efendim, durduramıyoruz. Bu akşam klasik gollerinden birini attı yine. Benim deyimimle "Stoch, Stoch golü attı"

Maçtan önce twitter'da gollerden sonra Lefter Küçükandonyadis diye anons yapılacak deniyordu ama buna ben pek fazla ihtimal vermiyordum açıkçası. Maçın en anlamlı, en güzel anı ise bu anonslardı. Bir kez daha ; Rahat uyu Lefter!

Yazıyı güvenlik görevlileriyle açtık, yine onlarla noktalayalım. Maç 4-0 olmadan önce stattan çıkmak için merdivenlere yönelmiştim, kalabalık oluyor diye erken çıkmak istedim hâliyle. Koridorlara ulaştığımda tam stadın kapısından bir adım ya attım ya da atmadım, gol oldu. Golü koridorlardaki televizyonlardan izlemek için arkamı döndüm, oradan güvenlikçi "tekrar giremezsin" dedi. Yanındaki diğer görevli "bırak girsin yahu" dedi ama giremedik ve son golü göremedim hâliyle. Onlara da selamımızı iletelim!

Fenerbahçe Ülker - EA7 Emporio Armani | Bilet Fiyatları Üzerine

 Normalde Efes Pilsen maçı, yeni salonun açılış maçı olacaktı. Galatasaray maçından yaşanan olaylardan dolayı kulübe ceza gelince, salon açılışı Emporio Armani maçına sarkmıştı. Esasında Galatasaray maçında kulübün ceza alması beni mutlu etti diyebilirim. Bu yanlış anlaşılmasın tabii, Efes maçına gidemeyecektim bazı sebeplerden dolayı, gidemeyeceğim için de üzerine ceza da gelince "Milano maçına kesin giderim" gözüyle bakıyordum ki, hevesim kursağımda kaldı bilet fiyatlarını öğrendikten sonra. En ucuz bilet 17 lira zira bu maçta.

Normal şartlarda 17 lira çok para değil ama benim açımdan çok fazla bu fiyat. Öğrenci adamız sonuçta, aldığımız harçlık belli. O harçlık bana zor yetiyor, üzerine bir de maça gideyim desem, epey lüks olacak benim için.

"Ne saçmalıyorsun sen allah aşkına" diyenler elbette olacak, oldu da zaten. Ama sezon başında salon açılmadan önce belirlenen bilet fiyatlarında en ucuz yer 8 lira olarak belirlenmişti. Öyle olunca da her maça giderim artık diye seviniyordum doğal olarak. Fakat gelin görün ki, şu şartlarda gitmek imkansız. "Ama salon açılışı, gayet normal bu fiyatlar" diye oturduğu yerden sallayan bir kesim de yok değil. Onlara da ne desem bilemiyorum!

Ayrıca Fenerbahçe Ülker açısından fiyatlar böyleyken, Galatasaray-Olympiakos maçında en pahalı biletin 12 lira olması, her şeyi açık bir şekilde anlatıyor bana göre.

20 Ocak 2012

Hayırlı İşler Beyler

Bildiğiniz üzere bu akşam Antalyaspor-Beşiktaş maçı vardı ve Beşiktaş maçı 2-1 kazandı. Maçın iyi oynadı veya kötü oynadı kısmına girmeyeceğim. Maçın ilk yarısında, 36. dakikada bir pozisyon vardı ki, tek kelimeyle yazık oldu Antalyaspor'a, bunun başka izahı yok yani. Sonuç olarak ; yan hakemin hatası yüzünden gol sayılmadı. Buraya kadar her şey normal.

Bu da geçen hafta oynanan Beşiktaş-Bursaspor maçından. Burada da görüldüğü gibi Bursaspor'un 'net' golü verilmedi.

Bu yazıda asıl anlatmak istediğim meseleye ise şu ; aynı olay Fenerbahçe'nin başına gelmiş olsa -ki birçok kez şahit olduk- ligin sonuna kadar, hatta senelerce konuşulur dururdu böyle bir olay. Ama ne hikmetse bu tarz şeyler diğer takımların başına gelince bir şekilde konuşulmuyor, unutuluyor, üstüne gidilmiyor kısacası.Benim kabullenemediğim, hazmedemediğim nokta da bu esasında. "Aynı tepki neden bu takımlara gösterilmiyor da sadece Fenerbahçe'ye gösteriliyor" diye sormazlar mı adama?

Bu yazıdan sonra "ağır fanatiksin sen" yaftası yiyeceğim kesin ancak durum bundan ibaret. İster kabullenin, ister kabullenmeyin, orası size kalmış.

Jose

Real Madrid-Barcelona maçından bir kare. Mourinho'nun surat ifadesine bakılırsa maç bittikten hemen sonra çekilmiş sanırım bu fotoğraf.

İnsaf

 Taraftar mağazaları neden vardır? Taraftarlar orada satılan ürünleri satın alsın ve kulübe maddi olarak destek çıksın diye vardır. Biz bunu böyle biliyoruz normalde fakat kulüpler, özellikle büyük kulüpler bu olayı biraz fazla abartıyor maalesef. Hani bir bakıma eşeğin kulağına suyu kaçırıyorlar. Ağır bir tabir olduğunun farkındayım ama maalesef durum bundan ibaret. Uzun zamandır da canımı sıkan konulardan biriydi Fenerium'un izlediği fiyat politikası. Diğer takımların mağazalarında durum nedir, ne değildir tam bilgi sahibi değilim fakat Fenerium bu açıdan sınırları zorluyor desek yeridir bence.

Şöyle ki ; mesela en son Lefter'in vefatından sonra efsane formaya talep oldukça fazlaydı. Taraftar ilgi gösterince kısa bir süreliğine %50 indirimle 40 TL'ye indirmişlerdi. İlk başta herkes gibi bende bu hareketi takdir ettim ama sonra o fiyatı tekrar yukarı çekmeleri hiç hoş olmadı.

Hadi bu bir yana, öbür ürünlerde de durum hakikatten içler acısı. En basitinden gidip bir sweat shirt almaya kalksanız, 60 liradan aşağı ürün yok. Ha tabii ki ben fiyatları çılgın derecede indirsinler demiyorum, en azından kabul edilebilir boyutta olabilir bu fiyatlar. Sonuçta Türkiye gibi bir ülkede yaşıyoruz, asgari ücretin 701 TL olduğu bir ortamda bu fiyatlar yakışmıyor Fenerbahçe yönetimine. Umarım bundan sonra taraftara 'yolunacak kaz' gözüyle bakmazlar da, fiyatları biraz aşağı çekerler...

19 Ocak 2012

Benzerliğin Bu Kadarı | Real Madrid & Galatasaray

 Maç için özel bir yazı hazırlayamadım ancak az önce istatistiklere bakarken dikkatimi çekti. Barcelona ile Real Madrid arasında yapılan son on maçta Barcelona'nın Madrid'i ezdiği kabak gibi ortada, bunu kabul etmek lazım yani. Kaldı ki Barcelona'nın bu son on maçta elde ettiği galibiyetler, hep farklı oldu. Peki bu durum neden böyle? Kadro kalitesinden mi? Hayır. E aralarında pek fazla güç farkı da yok. Ama işte olmayınca olmuyor, birtürlü kazanamıyor Real Madrid.

O son on maça göz atarken aklıma Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti geldi. Bizde de durum bundan pek farklı değil, böyle diyorum diye birçok tepki alacağım büyük ihtimalle ama, böyle işte. Galatasaray'da Fenerbahçe'ye karşı Kadıköy'de on küsur maçtır kaybediyor. Ama Galatasaray'ın Real Madird'den farkı, onlar en azından kendi evlerinde galip gelebiliyorlar, Real Madrid ise onu bile yapamıyor.

Bana sorarsanız Galatasaray'ın da Real Madrid'den farkı yok. Kadro kalitesi, oyun sistemi filan çok iyi durumda olmuştur hep Galatasaray'ın fsakat, yukarıda da dediğim gibi, "olmayınca olmuyor" bazen.

Pepe n'aber?

Real Madrid iyi takımdır, hoş takımdır severiz kendisini fakat o formayı giymeyi hak etmeyen birileri var ne yazık ki. O isimlerden birisi de Pepe. Yaptığı şu hareketle açık ara maçın yıldızı olmayı başardı diyebiliriz herhalde. Bir yerde kendine yakışanı yaptı ya, neyse.

Manisaspor 1-2 Fenerbahçe

Blogdan üç ay ayrı kalınca, o üç ayın acısını çıkartmayı planlıyorum bugün. Maçın üzerinden üç gün geçti, bu maçı yazmanın pek bir anlamı yok esasında lakin arşivdeki yerini alsın diye karalayalım birkaç cümle. Kadıköy'deki maçlarda kötü oynasa bile maç Kadıköy'de olduğu için bir şekilde kazanmasını biliyor takım. Ama deplasmanlarda bu, böyle olmuyor maalesef. Deplasmanlarda 12 maçlık yenilmezlik serisinin ardından takıma bir hâller olduğu çok belliydi. Sivas deplasmanından sonra kazanamama durumu çıktı ortaya. Orduspor ve Antalyaspor maçlarında Alex'in yokluğunda takımın aciz görüntüsü aklıma geldikçe "aha bu maçta da puan kaybedeceğiz" havasına sokmuştum kendimi.

Şunu da kabul etmek gerekir ki, Fenerbahçe tamam eyvallah, çok güzel oynadı evet ama Manisaspor'da da hiçbir şey yoktu. O kadar iyi mücadeleye rağmen forvetsizliğin yol açtığı sorunları bu maçta da gördük net bir biçimde. Stoch ve Caner'in insanüstü performanslarının yanında becerikli bir forveti olsaydı takımın, çok rahat kazanacağı bir maç olurdu Fenerbahçe için, ama olmadı.

Stoch demişken, kendisi için ne söylesem, neler yazsam bilemiyorum. Yazacak çok fazla şey var zira kendisi için. Sezon başında kendisine sallayanların yüzünü kızarttığı için teşekkür etmek lazım. Yürüyedur Stoch!

Rahat Uyu Lefter

Lefter'in ölüm haberini ilk twitter'dan duydum. Herkes "Lefter öldü, başımız sağ olsun" içerikli tweetler atıyordu. İlk başta inanmak istemedim, şakadır dedim herkes gibi, ama aradan geçen kısa bir süre sonra acı gerçek ortaya çıkmıştı. Lefter Küçükandonyadis vefat etmişti. O an, ölüm haberini öğrendikten sonra ağlamamak için kendimi zor tuttum ama artık Lefter'i kaybetmiştik.

Ben Lefter Küçükandonyadis'i canlı canlı izleyemedim belki ancak, her Fenerbahçeli gibi inanılmaz bir sevgi vardı  içimde ona karşı. İnsan hiç canlı gözlerle izleyemediği birine nasıl bu kadar sevgi duyabiliyor bilmiyorum. Ertesi gün Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda Lefter için tören yapılacağı duyurulmuştu, biz de son görevimizi yapmak için Pazar günü stattaki yerimizi almıştık. Pazar günü sabah alktığımda "kesin izdiham olur" beklentisiyle yola koyulmuştum ki, stadın önüne vardığımda tam bir hayal kırıklığına uğramıştım. Cenaze törenine pek fazla ilgi yoktu ne yazık ki.

Hayır anlamıyorum, böyle bir günde Lefter için o stadı doldurmayacaksan başka ne zaman, kimin için dolduracaksın? O soğukta sıcacık yatağından poposunu kaldıramayanlara da buradan selamlarımızı iletelim! Gerek yapılan tezahüratlar, gerekse de yapılan konuşmalar beni derinden etkiledi. Hele Lefter'in torunlarının yaptığı konuşma çok etkileyiciydi.

Statta yapılan törenin ardından tam evin yolunu tutuyordum ki, arkadaşım aradı, "Gel Lefter için Büyükada'ya gielim" dedi. Gitmeyi planlamıyordum ama o an ne olduysa artık "tamam geliyorum" diye cevap verdim ve Lefter için Büyükada'nın yolunu tutmuştuk.O soğuğa rağmen "iyi ki gitmişim" diyorum kendi kendime. Hayattayken Lefter için Büyükada'ya, evine ziyarete gitmek kısmet olmadı ancak son yolculuğunda yanında olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.

Rahat uyu Lefter...

Sow Bitmiş!

Okul ve sınavlardan dolayı blogla ilişkimi kesmiştim bir süre. En son post'u 24 Ekim tarihinde atmışım hatta. Aradan geçen bu üç aylık aranın ardından artık 'bir yerden başlamak lazım' diyerek tekrardan sıvadım kolları ve yenidenyazmaya başladım efendim. Neyse, işin o kısmını bırakalım da, asıl meselemize dönelim biz. Fenerbahçe'nin forvet transferine ihtiyacı olduğu aylardır kabak gibi ortadaydı, herkes biliyor zaten bunu. E bu ligin Semih-Bienvenu ikilisiysle bitmeyeceği anlaşılınca takıma takviye yapmak farz olmuştu bir yerde.

Ancak gelgelelim şu transfer meselesi de can sıkmaya başladı son birkaç gündür . Şu an transferi gerçekleşmesi en muhtemel isim tabii ki de Moussa Sow."Ha geldi, ha geliyor, imzalaması an meselesi" gibi bir sürü asparagas haberlerden bıkkınlık geldiğini de belirteyim. Açık konuşmak gerekirse o kadar söylentiden sonra ben bu transfere sıcak bakmamaya başladım. Hani gelse bile, en azından bu sezon takıma ne kadar fayda sağlayacağı tartışma konusu. Transferin yarın ya da öbür gün bitse bile, en aşağı altı ya da yedi maç forma giyemeyecek. E zaten ondan sonra da lig bitecek. Play-off'larda da ne kadar katkı sağlayacağı da meçhul.

Son olarak, Sow'a ödenmesi muhtemel paranın da çok çılgın boyutta olduğu da bir gerçek. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda Sow'dan en azından şimdilik vazgeçilmesi gerektiği fikrindeyim. Ha Sow'dan vazgeçsen, yerine kimi alacaksın şu ortamda, o da ayrı bir sıkıntı tabii...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...