29 Haziran 2011

'Kaçan Balık' Büyük Olur : Servet Uzunlar

Esas değinmek istediğim konuya geçmeden önce şunu belirteyim öncelikle. Son bir haftadır blogda sürekli Dünya Kupası'nı ele aldığım bir gerçek. Bu durumdan ben bir bakıma memnunum ama, memnun olmadığım durumlarda var muhakkak. Bu durumun böyle olmasında, yazacak pek fazla konu olmamasının da etkisi var bir de. Uzun lafın kısası ; yazacak konu olmadığı için bu aralar Dünya Kupası'na yüklendik efendim. Bunu da belirtmek istedim yani.

Neyse, o meseleyi bir kenara koyup, asıl değinmek istediğim konuya geçeyim en iyisi. Bu yazıyı yazmamda bugün oynanan Brezilya-Avustralya maçının etkisi oldukça fazla. Zira orada izlediğim Servet Uzunlar beni oldukça etkiledi. Hani oynadığı oyundan ziyade, bir Türk oyuncunun Türkiye milli takımında değil de, başka bir ülkenin milli takımında forma giyiyor olması, hep benim canımı sıkmıştır. Erkeklerde en yakın örnek olarak, Mesut Özil'de olduğu gibi. Ama bir yerde de kendinizi o oyuncunun yerine koyduğunuz zaman, o oyuncuya hak veriyorsunuz ister istemez.

Oturup düşündüğünüz vakit, Avustralya'da doğmuşsunuz ve doğduğunuz ülkenin formasını giymek sizin en doğal hakkınız. Ama biz olaya hep duygusal yönden baktığımız için, insan biraz üzülüyor yani. Ben de Servet'in yerinde olsam, Avustralya milli takımında oynamayı tercih ederim şahsen. Çünkü kalkıp Türkiye'de oynasan, kendini geliştirme fırsatın olmaz bu şartlarda. Aslında bizim bu olaylardan ders çıkartmamız gerekirken, hâlâ akıllanmıyoruz. Bu ve bunun gibi örnekleri görmemize rağmen, kadınlar futbolunda bazı şeyleri değiştirmek yerine, oturup öyle bakıyoruz anca.

Şunu da belirteyim ayrıca. Şimdi yeni bir moda çıktı son birkaç gündür. Bazı kişiler, bilmediği daha doğrusu takip etmediği spor dallarında "ulemalık" tasladığı yönünde şeyler söylendi durdu. Bu ve bundan önce kadınlar futbolu ile ilgili yazdığım yazılar öyle algılanmasın lütfen. Kaldı ki Servet Uzunlar'ı ben ilk kez izlemiyorum. Bundan önce de bu sezon Fortuna Hjörring'in birkaç kez Şampiyonlar Ligi maçını izleme fırsatını bulmuştum ve Servet Uzunlar'ı da orada izlemiştim.

Servet'in kendisinden de bahsetmek gerekirse, Sidney doğumlu olduğunu söylemiştik ve kendisi 1989 doğumlu. Servet için şöyle ilginç bir durum var ki, Harry Kewell'ın bile kabul edilmediği Avustralya Spor Enstitüsüne bir şekilde kabul edilmiş. Zaten sonrası da bildiğiniz gibi, orada yetiştikten sonra bugüne kadar gelmesini bilmiş ve şu an kendisi Dünya Kupası'nda forma giyiyor.

28 Haziran 2011

İlk Maçlar = Hayal Kırıklığı

Kadınlar Dünya Kupası'nın üçüncü gününü bugün itibariyle geride bıraktık ve bu üç gün boyunca toplam altı maç izledik. Bu üç gün boyunca zevkli maçlar da izledik elbette ama genel görüntü ; mücadele açısından vasat, skor açısından ise kısır maçlardı genel olarak. Kaldı ki oynanan altı maçta toplam gol sayısının on iki olması, bu durumu net bir biçimde gözler önüne seriyor. Atılan gol sayısı bir yana, oynanan oyunun hâyâl kırıklığı yaratması biraz üzücü tabii. Çünkü insan Dünya Kupası'nda kaliteli, tempolu maçlar seyretmek istiyor doğal olarak. Ama biraz da bunu daha turnuvanın ilk maçları olduğu için oyuncuların turnuvaya uyum sürecine bağlayabiliriz bir ihtimal.

Takımların oynadığı vasat oyunun yanında, hani belli beklentilerin olduğu isimlerin de ilk maçlarda kendilerinden beklenen oyunu sahaya yansıtamamaları da ayrı bir konu. Mesela Almanya, Kanada karşısında kazanmasına rağmen kötü futbol oynadı. Maç sonunda Silvia Neid'ın yüz ifadesi pek iç açıcı değildi doğrusunu söylemek gerekirse. Almanya'nın iyi oynayamamasından ziyade, Fatmire Bajramaj'ın da süre aldığı bölümde de istenileni verememesi onlar için sıkıntı yaratabilir ilerleyen maçlar için.

Turnuvanın bir diğer favorisi olan İngiltere'de de aynı durum Kelly Smith için geçerli. Gerçi Kelly Smith bir yana, İngiltere'de takım olarak çok kötü. Hatta onlar Almanya'dan da kötüler şu an için. Kötü diyoruz ama, bir yerde haklarını da yemeyelin şimdi. Dün maçın ilk yarısında biraz iyi oynadılar ama daha üstün olan taraf Meksika'ydı maçta ve maçın sonunda 1-1'lik eşitlik vardı.

Biraz da bugünkü maça değinecek olursak ;ABD genel olarak iyi bir izlenim bıraktı ben de. Bir Almanya veya İngiltere'ye göre daha iyi top oynadılar. Bu oyunu sürekli hâle getirebilirlerse, bu turnuvada en az bir yarı final görme şansları olabilir. .Ayrıca bir de yarın Brezilya'nın maçı var ve o maçta da Marta'yı dikkatlice izlemek lazım. Duruma göre Marta için de özel bir yazı yazabilirim ilerleyen günlerde.

Son olarak şu bilet mevzusu da kafama takılmadı değil hani. Aklıma gelmişken o konudan da söz etmek istiyorum. Turnuva öncesinde satışa çıkartılan tüm biletlerin tükendiği söyleniyordu ancak ilk üç günde izlediğim maçlarda tribünlerde boşluklar çok göze battı. Bugünkü ABD maçında da oldukça fazla boşluklar vardı mesela. Umarım diğer maçlarda bu boşluklara tanık olmaz yine.

27 Haziran 2011

26 Haziran 2011

Nijerya 0-1 Fransa | Açılış

Aylardır beklediğim gün geldi en sonunda ve Dünya Kupası serüveni başladı bugün itibariyle. 23 gün sürecek turnuvada toplam 32 karşılaşmayı izleme imkanı bulacağız. İlk maç yani açılış maçını geride bıraktık ve bu maçın 'vasat' geçtiğini düşünüyorum şahsen. A Grubu'nda Fransa, Nijerya, Kanada ve Almanya takımları yer alıyor ve bu grubun tabii ki de mutlak favorisi tartışmasız Almanya. Almanya'dan sonra ikincilik için çekişmesini beklediğim takımlar Kanada ve Fransa'ydı. Almanya'nın bu akşam kazanacağını vasayarsak, bu iki takımın çekişmesine tanık olacağız sanırım bu grupta. Esasında Fransa'da pek öyle abartılı bir top oynamadı bu maçta ama kazanmaları çok önemliydi ikincilik açısından.

Nijerya ise bu grubun en zayıf halkası. Bu maç için genel beklenti ; Fransa'nın nasıl top oynayacağından ziyade, Nijerya'nın buna nasıl karşılık vereceğiydi. Maçın ilk dakikalarının orta saha mücadelesi şeklinde geçmesi, maçı biraz sıkıcı bir hâle getirmişti ancak ilk 20-25 dakikadan sonra Fransa yavaş yavaş formunu buldu maçta. Fransa'nın hareketlenmesinde Abily ve Necib'in katkısının da oldukça fazla olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Necib'i ben çok beğendim bu maçta. Benzetme ne kadar doğru olur bilmem ama oyun stili biraz Samir Nasri'ye benziyor açıkçası.

Nijerya'da ise beni en çok etkileyen isim Oparanozie oldu. Fizik güç açısından çok kuvvetli bir isim. Aynı şekilde çalım yeteneği de gayet iyi. Bugün Nijerya Fransa karşısında genel olarak pek etkili olamadı belki ama bireysel çabasıyla takımına bir şeyler kazandırmak istedi, olmadı tabii. Nijerya için maçın kırılma anı, yine Oparanozie'nin kaçırdığı pozisyondu kesinlikle. Hani çok net bir gol kaçırdı ama bir yer de "bu kadar da olmaz" dedirtti artık. Yakaladığı pozisyonda biraz daha düzgün vurabilseydi Nijerya için bazı şeyleri değiştirebilirdi bugün.

İkinci yarıda Fransa kendini biraz zorladı ve o istediği golü Delie ile buldu bir şekilde ve golü bulduktan sonra Nijerya'nın direncinin kırılmasıyla yine çok sıkıcı bir maç izledik kısacası. Bu grupta Almanya'dan sonra hangi takımın gruptan çıkacağını gerçekten çok merak ediyorum. O açıdan biraz bekleyip, görelim diyorum.

23 Haziran 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru #4

Yazacak konu olmayınca şu sıralar bol bol video ve fotoğraf paylaşmaya devam ediyorum blogda. Bu işin biraz suyu çıktı gibi, farkındayım ama durum böyle. Kadınlar Dünya Kupası'na 3 gün gibi bir süre kalmışken, turnuvanın şarkısı da belli olmuş.  Şarkıyı Mel C seslendirmiş ve şarkının adı da Rock Me. Bana sorarsanız gayet başarılı olmuş. Bütün turnuva boyunca sık sık dinleriz artık bu şarkıyı.

22 Haziran 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru #3

İnternette öyle araştırma yaparken rastladım bu videoya. İlgimi çekti, ben de blogda yer vermek istedim. Sağ olsun Dağhan Irak'ta izin verdi ve yayınladık sonuç olarak. Ayrıca Lira Bajramaj ne kadar hoş bir kadın değil mi? Hatta olayı biraz abartıp, en beğendim kadın futbolcu diyebilirim kendisi için.

Videonun Kaynağı :  http://tr.eurosport.com

Sezer Öztürk & Fenerbahçe

Bu transferin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tam bir yılan hikâyesine dönecekken, gerekilen hamleler tam zamanında yapıldı ve artık Sezer Öztürk resmen Fenerbahçe forması giyecek böylelikle. Fenerbahçe'nin bu transfer dönemine en hızlı giriş yapan takım olduğunu söylemiştik. Yabancı transfer konusunda şu an Emenike dışında bir durgunluk söz konusu ama, yerli transfer konusunda şu an Türkiye şartlarında alınabilmesi mümkün olan oyuncuları transfer etti Fenerbahçe. Bundan önce Serdar Kesimal, Orhan Şam gibi kadroya katılmıştı ve defansta, taraftarın arzu ettiği, bol alternatifli kadro oluşturulmuştu bir bakıma.

Eh, savunmanın yanında bir de ileriye adam almak gerekiyordu ve nitekim o da alındı. Fenerbahçe'nin yıllardır en iyi işleyen bölgesi olan, yani Alex'in oynadığı bölgeye takviye yapılması gerekiyordu mutlaka. Hani klişe olacak belki ama lig gerçekten uzun bir maraton ve bunun üzerine bu sezon Şampiyonlar Ligi'de eklenince Alex'in bir alternatifi mutlaka olmak zorundaydı.

Sezer Öztürk, şu son iki senedir Fenerbahçe'ye en çok gelmesini istediğim oyunculardan birisiydi kesinlikle. Aynı şekilde Serdar Kesimal'ın da transfer edilmesini de çok istiyordum ve o transfer de gerçekleşti neyse ki. Yalnız bu transfer için şöyle bir şüphe var benim içimde. Sezer Öztürk'ü Alex'in alternatifi olarak görüyoruz ama bugüne kadar 'Alex'in alternatifi' olarak gördüğümüz oyuncuların neredeyse çoğu eninde sonunda bir şekilde harcandı. Sezer Öztürk için bir diğer dezavantaj ise, bugüne kadar hiçbir büyük takımda forma giymemiş olması belli sıkıntılara yol açabilir. Umarım bu transferin sonu da hüsran ile sonuçlanmaz. Ama her ne olursa olsun, iyi bir transfere imza attı Fenerbahçe. Neyse,  hayırlı olsun diyelim son olarak.

19 Haziran 2011

Bir Kare #2

Malum sezon bittiği için yazacak pek fazla konu bulamıyoruz ve daha çok video, fotoğraf gibi şeyler paylaşmak durumunda kalıyoruz buraya. Kadınlar Dünya Kupasına sayılı günler kala, Almanya antrenmanından bir kare. Silvia Neid ile Birgit Prinz aynı karede.

18 Haziran 2011

Gökmen Özdenak


Gökmen Özdenak yine bildiğimiz gibi, bu adamı o yüzden hayretler içinde izliyorum her zaman. Ben söyleyecek daha fazla söz bulamıyorum şahsen, işin yorum kısmı size kalmış artık. :)

Galatasaray Taraftarının Büyüklük Anlayışı

Başlık ne denli doğru oldu bilemiyorum ama şöyle bir gerçek var öncelikle. Hani bu söylediklerim biraz ağır gelebilir ama, çıkıpta kimse bana "Galatasaray'ın çok büyük taraftarı var" demesin. Hayatımda ilk kez basketbol maçına gittim bugün ve hâliyle maçı Galatasaraylı taraftarların içinde izledim. Muhakkak benim için çok sıkıntılı bir maç oldu zira ama genel olarak güzel bir maç olmuştu.

Neyse, benim değinmek istediğim konuya gelelim esas. Serinin 6. maçı olunca ve seri e Fenerbahçe 3-2 olunca, Galatasaraylı taraftarların ilgisi de bayağı yoğun olmuştu maça. İlk çeyreğin birkaç dakikasını bir kenara koyarsak, ilk çeyreğin son dakikalarından, maçın sonuna kadar olan süreçte Galatasaray taraftarı gerçekten berbattı diyebilirim. Hani tamam, kendi takımlarını çok iyi bir biçimde destekliyorlar belki ama "rakibe saygı" diye bir şey göremedim ben maçta. O yüzden, yukarıda da dediğim gibi, kimse bana çıkıp "Galatasaray'ın çok büyük taraftarı var" demesin. Derse kalbini kırarım zira. Şimdi diyeceksiniz ; "Sinan Erdem'de siz aynı şeyleri yapmadınız mı?" Hayır efendim yapılmadı, oturun bu seri boyunca Sinan Erdem'de oynan tüm maçları baştan sona izleyin ve ne demek istediğimi o zaman anlarsınız zaten.

Maçın sonunda mağlup olmuşsun rakibine ve şampiyonluğu kaybetmişsin. Sonrasında çıkmış, "iyi gün taraftarı değiliz" görüntüsü vermeye çalışıyorsun ancak, öbür yandan da şampiyon olan rakibine saygı duymayıp, sahaya yabancı madde yağdırıyorsun. O yüzden kimse bana "Galatasaray'ın çok büyük taraftarı var" demesin. Ha bir de şöyle bir durum var, maç bitmiş, yabancı maddeler sahaya yağmış ve doğal olarak Fenerbahçeli oyuncular da soyunma odasından çıkmamışlar ve sen kalkıp "Fener pabucu yarım çık dışarıya oynayalım" diye tezahürat yapıyorsun. Bu sene zaten her branşta size üstünlük sağlamadık mı? Eee daha neyin mücadelesini veriyorsunuz ki siz?

5'te 5

Ve en sonunda beklenen o son şampiyonlukta geldi nihayet ve Fenerbahçe, bu sezonu 5'te 5 ile tamamladı. Hakikatten herkese nasip olmaz böyle bir şey. Futbol'dan tutun da, Voleybol, Basketbol gibi tüm branşlarda bir sezon içerisinde 5 şampiyonluk görmek. O yüzden bu şampiyonlukta emeği geçen yöneticisinden, basketbolcusuna kadar herkesi kutlamak lazım. Son olarak ; biz boşuna demiyoruz Dünya'nın en büyük spor kulübüyüz diye. Gelin, görün işte. Durum ortada.

16 Haziran 2011

Kadınlar Dünya Kupasına Doğru & Stadyumlar

Wolkswagen Arena, Wolfsburg

Bay Arena, Leverkusen

Rudolf Harbig Stadion, Dresden

İmpuls Arena, Augsburg 

Rhein Necker Arena, Sinsheim

Borussia Park, Gladbach

Olympiastadion, Berlin

Waldstadion, Frankfurt

Ruhrstadion, Bochum

15 Haziran 2011

Fenerbahçe Ülker 71-72 Galatasaray CC | Spahija

Dün akşam mağlubiyetin getirdiği etkiyle bu maçla ilgili bir şey yazmayacaktım aslında ama ortam sakinleşince ve tabii sakin kafayla bir şeyler karalamaya karar verdim yine de. Takım final serisinde şampiyonluğa yürüyor ve serinin 5. maçı dün akşam Sinan Erdem'de oynandı bildiğiniz üzere.

Hani bazı maçlar olur, çok kötü oynarsınız ve kazanmayı hak etmezsiniz. İşte ün akşam da böyle bir maç oldu. Fenerbahçe çok kötü oynadı ve maçın sonunda hak ettiği bir mağlubiyet aldı. Hani 10-15 sayı farkla kaybetmiş olsa içim acımayacak ama maçın son saniyede, son topla kaybedilmesi hakikatten iyi olmadı.

Her şeyden önce şunu da belirteyim ayrıca. Final serisi boyunca Sinan Erdem'de oynanan maçlarda taraftar, performans olarak aşırı derecede kötüydü ve bu dün akşamki maçta da son çeyrekte bitime 5 dakika kala hareketlenebildiler ancak. Şampiyonluğa yürüyen bir takımın taraftarına yakışmıyor bu asla. Ama taraftara hak verdiğim şöyle de bir durum var yani ; söylenelere göre Sinan Erdem'de taraftar grupları birbirinden ayrıymış ve birbirinden ayrı olunca, ve hâliyle birlik olmayınca tezahürat konusunda ne kadar etkili olurlar, bu tartışılır. Abdi İpekçi'de de tam tersi bir durum var. Buna bir şekilde çözüm bulunmalı. Yoksa tezahürat vs. gibi konularda taraftar pek etkili olamıyor.

Gelelim asıl konumuza. Fenerbahçe dün maçı kaybetti, tamam eyvallah ama bana sorarsanız bu mağlubiyetin mimari Spahija'ydı dün akşam. Şimdi diyeceksiniz ; "Ama bu adam bütün bir sene boyunca takımı nereden nereye getirdi" evet getirdi, yaptıklarına söyleyecek sözüm elbette ki yok ama dün akşam aldığı bazı kararlar maçı kaybettirdi Fenerbahçe'ye. Her şeyden önemlisi son saniyelerde iki mola alıyorsun ve bu iki molanın ardından bir tek sayı atamadan maçı kaybediyorsun. Bir de üzerine sakat sakat Tomas'ı da oynatması ayrı bir hata.

Oturduğum yerden eleştirmek kolay tabii ama hani durum bu. Yok yere dün akşam maçı kaybettik ve şampiyonluğumuz bir maç ertelenmiş oldu böylelikle. Ama Cuma günkü maça takımı mental olarak en iyi şekilde hazırlayacak olan yine Spahija'dır. O yüzden taraftarın biraz sabırlı olması lazım ve ayrıca cuma günü şampiyon olacağımızdan adım gibi de eminim.

14 Haziran 2011

Faroe Adaları

2006 yılında son haftada kaçan şampiyonluktan sonra, Fenerbahçe ligi ikinci sırada tamamlamıştı ve ligi ikinci sırada tamamalayınca, Şampiyonlar Liginde ön eleme oynamak zorunda kalmıştı. Kuralar çekildikten sonra Fenerbahçe, Faroe Adalarından B36 Torshavn takımı ile eşleşmişti ve aslında bu eşleşmeden sonra, benim Faroe Adalarına, daha doğrusu B36 Torshavn'a olan ilgim bayağı artmıştı.

Faroe Adaları konum olarak Danimarka, İngiltere, Norveç ve İzlanda'nın tam ortasında bulunan küçük bir ada. Diğer İskandinav ülkelerinde olduğu gibi, burada da en popüler spor, tabii ki de futbol. En son sayımlara göre nüfusu 45.000 dolaylarında ve bu 45.000 nüfusun yaklaşık 1500'ü lisanslı futbolcu. Bu 1500 lisanslı futbolcunun hepsi futbolla mı uğraşıyor? Tabii ki hayır. Futboldan kazandıkları para yetmediği için çoğu futbolcu, çeşitli meslek gruplarında iş sahibi. En azından B36 Torshavn'da otel görevlisinden tutun da, polisine kadar bir sürü futbolcu vardı. Ayrıca nüfusuna 45.000 dedik ve bütün halkı toplasanız, Şükrü Saraçoğlu Stadına getirseniz, stadı dolduramayacak kadar az nüfusa sahipler.
Ülkenin futbol ligine yani bir asıl adıyla Formuladeildin ligine şöyle bir göz attığımız da, 10 takımlı bir lige sahipler. Ve bu 10 takım bir sezonda dört defa birbiriyle maç yapıyor. Yani bu adamlar bir sezonda bizden daha fazla maç yapıyorlar. Ligi şampiyon olarak tamamlayan takım, Şampiyonlar Ligine ikinci ön eleme turundan katılıyor. İkinci ve üçüncü sırada yer alan takımlar ise,Uefa Avrupa Liginin yolunu tutuyorlar. HB Torshavn, 20 şampiyonlukla bu ligin en çok şampiyon olan takımı. Sırasıyla bunu Kİ ve TB takımları izliyor. B36 Torshavn'ın şampiyonluk sayısı ise 8. 2006 yılında şampiyon olduktan sonra inişli çıkışlı bir form grafiği sergilediler ve buna rağmen bu sezon 11 haftası geride kalan ligde 25 puanla birinci sırada bulunuyorlar.

Faroe Adaları'nun Milli takımına da değinmek gerekirse, takımı şu an İrlandalı Brian Kerr çalıştırıyor. Faroe Adaları yapı olarak San Marino, Lüksemburg, Liechtenstein veya ne bileyim, Andorra'ya çok benziyor. Avrupa şampiyonaları elemelerinde C Grubunda 4 puan ile son sırada bulunuyorlar şu an. En son yaptıkları maçta Estonya'yı kendi evlerinde 2-0 yenmişlerdi. Fifa sıralamasında konumlarına baktığımız vakit ise,168 puan ile 136. sırada yer alıyorlar. Milli takım bazında bugüne kadar aldıkları en farklı galibiyeti ise San Marino'ya karşı 3-0'lık skor ile almışlar.

11 Haziran 2011

Galatasaray CC 74-85 Fenerbahçe Ülker

Sinan Erdem'deki ilk iki maçtan sonra insanların kafasında bu seri "çantada keklik"olarak görülüyordu belki ama serinin Abdi İpekçi ayağında Galatasaray, ev sahibi olduğu ilk maçta bu durumu değiştirdi bir bakıma. Gerçi o maçta Fenerbahçe inanılmaz kötü oynamasına rağmen Galatasaray'ı zorladı ancak mağlup ayrıldı sahadan. Abdi İpekçi'deki hem ilk maçta, hem de bu maçta Galatasaray seyirci avantajını çok iyi kullandı diyebiliriz rahatlıkla. Ama mesela Sinan Erdem'de böyle bir baskı oluşmadı nedense. Sinan Erdem'de oynan ilk iki maçı izlemeye gidenlerden duyduğum, salonun yapısının karşı takımı baskı altına almaya müsait olmadığı yönündeydi ancak Salı günkü maçta durum daha farklı olacaktır mutlaka.

Abdi İpekçi'deki ilk maçta Fenerbahçe bu taraftar desteğine boyun eğdi esasında. Zira Galatasaray o maçta çok iyi bir başlangıç yapmıştı ve Fenerbahçe o gün, gününde değildi. Ama ikinci maç her açıdan çok farklı başladı Fenerbahçe için. Hemen hemen maçın başından sonuna kadar rakibine üstünlüğünü kabul ettirme düşüncesiyle takımın mücadele etmesi, Galatasaray'ın direncini de kırmaya yetti aslında bir yerde. Geçen maç Ömer Onan çok iyi bir başlangıç yapmıştı maça ve sazı eline alan isim o olmuştu. Bu maçta da aynı görevi Lavrionvic'in üstlendiğini söyleyebiliriz.

Basketbol konusunda öyle fütursuzca ahkâm kesmek haddime değil biliyorum ama bu maçta bir gerçek vardı ki ; tüm seri boyunca olduğu gibi Fenerbahçe yine ribaundlarda ciddi bir üstünlük yakaladı bu dört maç boyunca. Bu maçta da hücum ribaundlarında çok iyiydi takım.

"Maç geldi" dediğimiz anlarda sıkıntı yaşadık, "Eyvah maç gidiyor" dediğimiz anlarda da çok iyi geri dönüşlere imza attık bugün. Ve ortaya 11 sayılık bir fark çıktı sonuç olarak. Bu arada şunu da belirtmek isterim ki, Lavrinovic ile beraber Ukic ve Preldzic'te gerçekten çok büyük oyuncular. Yani bu bir gerçek. Bütün bir seri boyunca çok iyi mücadele ettiler ve takımın şu an 3-1 önde olmasında bu üç ismin etkisi oldukça fazla yani.

Şimdi geriye bir tek maç kaldı ve eğer o maçı da kazanmamız hâlinde bu takım sezonu şampiyon olarak tamamlayacak. Aynı zamanda Fenerbahçe Spor Kulübü 5'de 5 ile sezonu tamamlamış olacak.

Bir Kare

Malum, şu an ABD'nde Concacaf Gold Cup turnuvası düzenleniyor ve Havana sokaklarından şahane bir kare...

10 Haziran 2011

Kombine Kart Satışları : Geçen Sezonlar & Bu Sezon

Kombine kart almanın sürekli bir avantajı vardır. Bütün bir sezon boyunca iç sahadaki maçları yerinde izlersin. Ve her şeyden önemlisi, kombinesi olmayan bir kişi sürekli bilet kovalamak derdindeyken, sen elini kolunu sallaya sallaya rahatça maça gidersin. Aslında kombine almanın en önemli artısı da bu bana göre.

Ben ilk kez iki sezon önce (2009/2010) Türk Telekom tribününden almıştım kombinemi ve ilk zamanları daha ilk kez kombine almış olmanın verdiği heyecanla maçları takip ediyordum. Ancak belli bir zaman geçtikten sonra kale arkasında maç izliyor olmak can sıkmaya başlamıştı. Şimdi ; "ulan peki daha önce maçları nereden izliyordun?" diye soracaksınız belki, evet daha önce de kale arkasında izledim maçları fakat ne bileyim, sezon sonuna doğru pek memnun kalmamıştım Türk Telekom tribününden. Geçen sezon belli sebeplerden ötürü alamamıştım kombine ve bir senelik aranın ardından yine Türk Telekom tribünündeki yerimi alacağım önümüzdeki sezon.

Gelelim işin maddi boyutuna ve satılan toplam bilet sayısına. Bu işi takip edenler, yani bu sezon kombine almayı hedefleyenler az çok biliyordur fiyatları. Geçen sezon kombine kart alanlara yine geçen sezonun fiyatlarından satış yapılmıştı ancak genel satış zamanı fiyatlara %5 zam yapıldı. Yani aldığım kombine bana 750 liraya gelmiş oldu. Esasında ben kale arkasından değil de, Fenerium Üst tribününden alacaktım ancak o tribünde yerler çabuk tükendiği için mecbur buradan aldık yine.

Fenerium Üst tribünündeki kombineler tükendi dedik ve aynı durum, Maraton tribünü içinde geçerli tabii. Bu sezon inanılmaz bir ilgisi var taraftarın. Şu an resmi bir açıklama yapılmamakla beraber toplam satılan kombine sayısının 32 bin civarında olduğu söyleniyor. E bunda gelen şampiyonluğun etkisi oldukça fazla. Gerçi bu takım, bu sene şampiyon olmasaydı bile yine satışlar inanılmaz düzeyde olacaktı büyük ihtimalle. Bunun en basit örneği olarak ise geçtiğimiz dört sezonu örnek gösterebiliriz. 2007 yılından bu güne kadar olan süreçte sezon başına ortalama 25-26 bin dolaylarında kombine satıldı. Ki bu da ciddi bir başarıdır yani. O açıdan hem taraftarı, hem de yönetimi kutlamak gerekir diye düşünüyorum.

125. Yıla Özel Forma

Yukarıdaki forma satışa çıkalı yaklaşık bir ay gibi bir süre oldu lakin ben daha yeni gördüm bu formayı. Arsenal'ın kuruluşunun 125. yılına özel olarak tasarlanmış. Genel olarak klasik Arsenal formasından farklı olarak bu formanın esprisi, amblemin çevresinde yapılan düzenlemeler. Onun dışında bildiğimiz Arsenal forması yani. Ama çok güzel olmuş doğrusunu söylemek gerekirse.

9 Haziran 2011

Yeni Koltuklar

Resmi siteden daha önce stattaki koltukların bir bölümünün değiştirileceği duyurulmuştu ve bunun için de sezon sonunu beklediler doğal olarak. İşte o koltukların takılma işlemine başlanmış birkaç gün önce. Hatta bir kısmı tamamlanmış. Bu yeni koltuk olayı yalnızca Fenerium Alt ve Maraton Alt tribünleri için geçerli olacakmış yalnızca. Diğer tribünlerin koltuklarında da bakım-onarım yapılacakmış. Aslında el atılmışken stattaki tüm koltukların değiştirilmesi daha doğru olurdu gibime geliyor. Son olarak ; işin konfor yönünü bilmem ama bana sorarsanız eski koltuklar daha göze hoş duruyordu. Ama yine de fena görünmüyorlar sanki.

8 Haziran 2011

İzledim #2 : Özgürlük Yolları

Film izlemeye ve özellikle de beğendiğim filmleri bloga yazmaya devam ediyorum. Geçenlerde Ölüm Çığlığı serisini yazmıştım buraya ve şimdi de sıradaki filmimiz ; Özgürlük Yolları... Hani bazı filmler vardır ya, izlemeye başladığın zaman seni aşırı derecede etkiler ve hiç bitmesin istersin, işte Özgürlük Yolları da tam o türde bir film. Filmin içine girmeden, şöyle genel olarak özetlemek gerekirse, 2010 yapımı bir film olarak karşımıza çıkıyor. Olay ise 1940 yılında Sibirya'da geçiyor bir esir kampındaki  mahkumların o kamptan kaçış öykülerini ele alıyor.

Kamptaki şartlardan dolayı kaçmakta bir o kadar zor olduğu için kimse kaçmaya cesaret edemez. Ancak belli bir süre sonra planlar yapılır, diğer hazırlıklar tamamlanır ve kaçış operasyonu başlar. Film, mahkumlar kamptan kaçtıktan sonra bitmiyor tabii. Asıl bu noktadan sonra başlıyor. Hava şartlarından tutun da, yiyecek-içecek sıkıntısına kadar bir sürü sorunla karşı karşıya kalıyor kahramanlarımız. Yani hani bazı filmlerde insanlar sürekli birbirleriyle savaşır ve bu durum belli bir süre sonra can sıkar ve o filmden zevk almazsınız ya, işte bu filmde tamam doğa ile insanlar arasında bir savaş yaşanıyor. O açıdan çok ama çok beğendim bu filmi.

 Kamptan kaçtıktan sonra Sibirya'dan Tibet'e kadar uzanan macera ele alınıyor. Tabii bu yolculuk oldukça uzun sürüyor ve özgürlük için yaklaşık 6500 kilometre yol katediyorlar film boyunca. O yüzden de film 2 saat 13 dakika gibi uzun bir sürede konular izleyiciye aktarılıyor. Doğa ile mücadelenin sonunda ise kahramanlarımız Tibet'e ulaşıyor ve bu olaydan sonra da film son buluyor. Yalnız şunu da belirtmeliyim ki, 6500 kilometre yol katediyorlar dedik ama hâl böyle olunca filmin büyük bir kısmı yürüme sahneleri ile geçiyor ve bu da benim filmden zevk almamı engelledi biraz ama genel olarak güzel bir film olduğunu söyleyebilirim. O açıdan herkesin izlemesini de tavsiye edelim son olarak.

7 Haziran 2011

Fenerbahçe'nin Gol Raporu

Acısıyla tatlısıyla bir sezon daha geride kaldı efendim Süper Lig'de. Tabii bir sürü olay yaşandı falan derken, ligi Fenerbahçe şampiyon tamamladı bildiğiniz üzere. Durum böyle olunca, ben de Fenerbahçe'nin bu sezon gol raporunu ele almak istedim. Bu sezon, yani daha doğrusu geçtiğimiz sezon Fenerbahçe için çok bereketli bir sezondu. Zira kadroda bulunan 25 oyuncudan tam 15'i skora katkı da bulundular. Bu da gerçekten çok ciddi bir rakam.

Alex De Souza : Gol krallığına göre değerlendirmeye başlamak istedim ve gol krallığının bu sezon en tepesinde Alex vardı tabii ki de. Dile kolay, 34 maçta tam 28gole imza attı ve şampiyonluğu getiren adamın Alex olduğunu her Fenerbahçeli gibi ben de çok rahat söyleyebilirim. Fenerbahçe'ye geldiği günden bu yana en verimli sezonu, bu sezondu tartışmasız.

Mamadou Niang : Fenerbahçe'ye transfer olduğu gün, sevinçten havalara uçmuştum. Çünkü bilmem kaç yıl aradan sonra ilk kez adam akıllı bir santrfor transferi yapılmıştı takıma. Malum Kezman ve Güiza fiyaskolarından sonra böyle bir transfere ihtiyacı vardı takımın ve sezon içinde bazı bölümlerde zaman zaman iniş çıkışlar gösterse de, sezonu 15 golle tamamladı ve onunda bu şampiyonlukta etkisi oldukça fazla.

Semih Şentürk : Ben kendimi bildim bileli, Semih Şentürk Fenerbahçe'de hep "Nöbetçi golcü" olarak anıldı ve hâlâ da anılıyor. Geçtiğimiz sezonlarda olduğu gibi, bu sezonda yedek kulübesinin vazgeçilmez isimlerinden birisi oldu ancak sezonun yarısını yedek kulübesinde geçirmesine rağmen 10 golle sezonu tamamladı. Her ne olursa olsun, azımsanmayacak bir rakam bana göre.

Diego Lugano : Sezon içerisinde bir savunma oyuncusundan 7 gol atmasını beklemek hayalcilik olur esasında di mi? Ancak Lugano bu duruma aldırmadan Fenerbahçe'ye geldiği ilk günden bu yana yaptığı en iyi ikinci şeyi yapmaya devam etti ve gollerini atmaya devam etti bu sezonda. 2-3 gol atsa neyse de, bir stoperin, bir sezonda 7 gol atması hakikatten normal bir istatistik değil kesinlikle.

Andre Santos : Daum döneminde Fenerbahçe'ye transfer edilen ve hâliyle o dönem beklentilerin yüksek olduğu isimlerden birisiydi Andre Santos. Daum onu ilk zamanlarında sol açık olarak görevlendiriyordu ve skora da katkısı belli bir etkisi oluyordu. Ancak bir zaman sonra asıl yerinin sol bek olduğu yönünde açıklamaları olmuştu Santos'un o zamandan sonra asıl yeri sol bek olmuştu. Buna rağmen bu sezona baktığımız  vakit, 5 gol attı bütün bir sezon boyunca.

 Emre Belözoğlu : Hani her takımın olmaz olmaz sayılı oyuncuları vardır ya, Alex'den sonra Fenerbahçe'de en azından benim vazgeçemeyeceğim oyunculardan birisi Emre Belözoğlu'dur. Bir orta saha oyuncusundan sürekli skora katkı yapmasını bekleyemezsiniz ancak yine de bir katkı sağlaması gerekir iyi bir orta saha oyuncusunun. Emre Belözoğlu'da Fenerbahçe'ye geldiği günden bu yana en verimli sezonunu geçirdi ve 34 haftada 4 gole imza attı.

Gökhan Gönül : Gökhan Gönül için hep şunu savunmuşumdur ; bu adam sağ bek değil de, sürekli sağ açık oynasa hem takımı için hem de kendisi açısından çok daha verimli bir oyuncu olacaktır. Ancak yine de tabii bu teknik direktörün tercihidir bu ve sağ bekte de elinden geldiğince skora katkı da bulunmaya çalıştı bu sezon ve 3 golle sezonu tamamladı.

İssiar Dia : Fenerbahçe'nin bu sezon boyunca kanatlarda etkili olmasında en önemli pay sahiplerinden birisi de İssiar Dia'dır herhalde. Çok iyi slalom çalımlar atabiliyor ve bu vesileyle Fenerbahçe'nin bu sezon attığı gollerin çoğunda kanatların etkisi oldukça fazlaydı ve Dia'nın hakkını da yememek lazım o açıdan. Dia için "çok güzel slalom çalımlar atabiliyor" dedik ancak bitiricilik konusunda sıkıntı yaşadığı bir gerçek. Bütün bir sezon boyunca yalnızca iki gol atabilmiş olması da bu durumu doğruluyor aslında. O yüzden bitiricilik konusunda biraz daha yetenekli bir oyuncu olabilse, Dia şu an daha büyük kulüplerde oynuyor olabilirdi bence.
Miroslav Stoch : Tıpkı Dia örneğinde olduğu gibi Stoch'da da aynı sorun, yani bitiricilik sorunu olduğunu düşünüyorum. Gerçi Stoch bu sezon Dia'ya oranla daha az forma forsatı buldu ama skora az katkı sağladı. Ancak iki gol atmış olmasına rağmen, bu attığı iki gol kritik haftalarda geldi ve bu goller belki de Fenerbahçe'nin şampiyon olmasını sağladı diyebiliriz.

Caner Erkin : Fenerbahçe'de oyununu beğenmediğim isimlerden birisi açık ara Caner Erkin'di bu sezon. Ona rağmen, o da 1 golle sezonu tamamladı.

Daniel Güiza : Fenerbahçe'ye geldiği ilk günden bu yana hep eleştirildi, sürekli eleştirildi ancak, o kadar eleştirilmesine rağmen bu sezon öyle bir gole imza attı ki Buca deplasmanında, bu gol takımı resmen ipten aldı diyebiliriz. Belki de o golü atmasaydı, ligi Trabzonspor şampiyon tamamlayacaktı. O açıdan her ne olursa olsun, hakkını teslim etmek gerekir Güiza'nın.

Selçuk Şahin : Güiza örneğinde olduğu gibi, yıllardır sürekli eleştirilen isimlerden bir diğeri de Selçuk Şahin'di elbette. Ancak Selçuk'un şöyle bir durumu var ki ; kritik maçlarda ve özellikle de derbi maçlarda attığı gollerle kendini kurtarmayı bildi bir şekilde. Bu sezonda 1 gole imzasını attı nihayetinde.

Joseph Yobo : Lugano'dan sonra stoperin vazgeçilmezlerinden birisi de Yobo'dur tabii ki de. O da bu sezon 1 golle tamamladı sezonu.

Bekir İrtegün : Bu sezon boyunca pek fazla forma şansı bulamasa da, skora katkı açısından en azından 1 gol atan isimlerden biri de Bekir'di. O golü de Ankaragücü karşısında atmıştı.


Mehmet Topuz : Sürekli savaşan, mücadele eden ancak işin skor yönüne geldiğimiz vakit, pek fazla katkı sağlayamayan isimlerden birisi de Mehmet Topuz'dur. O da yalnızca 1 gol atabildi bütün bir sezon boyunca.

6 Haziran 2011

Real Madrid 2011/2012 Sezonu Formaları



Real Madrid'in 2011-2012 sezonunda giyeceği formalar belli olmuş ve ben de blogda yer vermek istedim bu formalara. Siyah forma değil de, özellikle beyaz forma çok hoşuma gitti benim. Hele omuz çizgileri falan baya bi' hoş olmuş. Fırsat bulursam o formadan alacağım mutlaka. Ve tabii ayrıca Hamit, Mesut ve Nuri üçlüsüne bu sezon çok yakışacaktır bu formalar.

4 Haziran 2011

Basketbol Derbisi (?) : Fenerbahçe Ülker 81-59 Galatasaray CC

Futbol'da maçlar bitince insanın üzerinde ister istemez bir boşluk oluyor. Neyse ki o boşluğu doldurmak için Basketbol maçları imdadına yetişiyor insanın. Hele bir de oynanan maç, final serisi maçı olunca ve karşınızdaki rakip Galatasaray olunca heyecan da bir o kadar fazla oluyor. Karşınızdaki rakibin Galatasaray olması ve bilmem kaç sene aradan sonra bu iki takımın final serisinde karşılaşacak olması gibi bir sürü nedenden ötürü insanların ilgisi de oldukça fazla oluyor maça. Biletlerin iki gün öncesinden bittiğine ben bugüne kadar şahit olmadım hiç.-Euroleague'deki Olympiakos maçını saymazsak tabii- Hadi futbol maçı olsa neyse de, basketbol maçında bu kadar yoğun ilginin olması gerçekten çok güzel.

Herkes gibi ben de maçın stresli ve gergin bir tempoda geçeceğini düşünüyordum ki, öyle de oldu nitekim. Maçın gergin bir havada geçtiğini anlamak için istatistiklere bakmanız da yeterli olacaktır ayrıca. Mesela en basitinden, ilk çeyrekte ilk 4 dakika boyunca iki takımın yaptığı toplam faul sayısı 8'di. Maçta o kadar faul olunca ve özellikle ilk çeyrek sonu itibariyle Kaya ile Oğuz ikilisinin 3 faul'e ulaşması, Fenerbahçe için bariz bir sorun anlamına geliyordu. 

Maçın geneli Fenerbahçe için her ne kadar rahat geçtiyse de, ilk çeyrek ile ikinci çeyreğin belli bölümlerinde başa baş bir maç görüntüsü vardı. Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim ki, finale gelene kadar Galatasaray'ın iki veya üç maçını izleyebildim ancak play-off'lar boyunca ve takımın genel görüntüsü daha derli topluydu o maçlarda ancak final serisine gelince, karşılarındaki rakibin Fenerbahçe olmasından dolayı olsa gerek ki, en azından bu maçta sıradan bir takım gibi oynadılar maç boyunca.

İlk yarı sonunda belli bir farkın oluşmasından sonra Galatasaray'ın o direnci de kırılmıştı artıkbir zaman sonra. Bana sorarsanız üçüncü çeyreğin bitimine iki-üç dakika kala maç bitmişti Fenerbahçe Ülker için. Zaten son çeyrekse malum, fazla üzerinde durmaya gerek yok. Fenerbahçe'nin oyunun disiplininden kopmadan, aradaki farkı korumaya çalıştığı, Galatasaray'ın da iyice maçtan koptuğu bir çeyrek izledik son bölümde. Şimdi ilk maç sona erdi ve Fenerbahçe 1-0 öne geçti. Serinin ikinci maçı Pazartesi günü yine Sinan Erdem'de oynanacak. Bakalım o maç bizlere neyi gösterecek. Son olaraksa, şayet Fenerbahçe Pazartesi günü ikinci maçı kazanırsa, büyük bir olasılıkla şampiyonluk ipini göğüsler bu sezon.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...